Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Bir tarlaya tohum ekilmesinden anlaşılıyor ki o tarla tohum sahibinin mülküdür. Ve o tohum da o tarla sahibinin malıdır. Yani o buna, bu da ona şehadet ediyorlar. Kezalik kâinattaki masnuat, tohum gibidir. Âlem ve anâsır da tarla gibidir. Her iki tarafın lisan-ı halleriyle ettikleri şehadete göre, masnuat ile âlem-i anâsır, yani tohum ile tarla ve muhit ile muhat, (hep) bir Sâni'-i Vâhid'in yed-i tasarrufundadır. Demek, edna bir mahluka yapılan tasarruf-u hakiki ve zayıf bir mevcuda edilen tevcih-i rububiyet, âlem ve anâsır kabza-i tasarrufunda bulunan zata mahsus olduğu gibi herhangi bir unsurun da tedvir ve tedbiri, bütün hayvanat ve nebatatı kabza-i rububiyetinde tutup terbiye eden aynen o zata mahsustur. İşte, hâtem-i tevhid dediğimiz budur.
Tevhid, Vehhabi doktrininin ana temasını oluşturur. Yaratıcılık, kainata hakim oluş ve idarecilik, kullarına emredicilik gibi vasıfların sadece Allah'a ait olduğunu ifade eden tevhid-i rububiyet; ibadet edilecek, duada bulunulacak, kendinden korkulacak veya ümit bağlanacak tek merciin Allah olduğunu ifade eden tevhid-i uluhhiyet; ve iman ile amelin ayrılmazlığını ifade eden tevhid-i ameli tevhid itikadının vazgeçilmez üç ayrı dayanağıdır.
Reklam
tedbir, kuvvet ve havlin yaradanına yaslanmaktır. Zünnûn-i Mısrîden tevekkülün mânası sorulmuştur. Ce- vab olarak demiştir ki: "Allah'tan Başka bütün batıl rableri atmak ve sebebleri kesmektir!" Binaenaleyh bâtıl rableri atmak, tevhid ilmine, sebepleri kesmek ise amellere işarettir. Hazretin kelâmında, her ne ka- dar låfzın zımnında tevekkül varsa da, açıkça hale dokun- mak yoktur. Bunun üzerine Hazrete denildi ki: "Biraz daha izah eder misiniz?" Cevab olarak buyurdu: "Nefsi kulluğun ahkâmına atmak ve rububiyet dâvasından çıkartmaktır!"
Kitabı paylaştım nerdeyse.... afiyet olsun..
Halbuki bu kâinat öyle bir tarzda yaratılmış ki bir çekirdeği halk etmek için bir ağacı halk edebilir bir kudret lâzımdır. Ve bir ağacı halk etmek için de kâinatı halk edebilir bir kudret gerektir. Ve kâinat içinde parmak karıştıran bir şerik bulunsa en küçük bir çekirdekte de hissedar olmak lâzım gelir. Çünkü o, onun numunesidir. O halde, koca kâinatta yerleşmeyen iki rububiyet, bir çekirdekte belki bir zerrede yerleşmek lâzım gelir. Bu ise muhalatın ve bâtıl hayalatın en manasız ve en uzak bir muhalidir. Koca kâinatın umum ahval ve keyfiyatını mizan-ı adlinde ve nizam-ı hikmetinde tutan bir Kadîr-i Mutlak'ın aczini, hattâ bir çekirdekte dahi iktiza eden şirk ve küfür ne kadar hadsiz derecede muzaaf bir hilaf, bir hata, bir yalan olduğunu ve tevhid ne derece hadsiz muzaaf bir derecede hak ve hakikat ve doğru olduğunu bil, اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلَى الْاٖيمَانِ de. Lemalar
Rububiyet Tevhidi
Şunu iyi bilmek gerekir ki sadece Rububiyet tevhidini kabul eden bir kişi müslüman olmuş sayılmaz, malını ve canını da kurtaramaz, bununla birlikte Uluhiyet tevhidini de sağlamadığı takdirde ahirette cehennem azabından kurtulamaz.
Rububiyet Tevhidi
Allahu Teâlâ'nın mahlûkatı yarattığına, öldürdüğüne ve fiillerinde tek olduğuna inanmaktır. Kerim olan Allah'ın rububiyetini inkâr eden cahillere şöyle denir: "Akıl sahibi hiçbir kimse, müessiri (yapıcısı) olmayan bir eser, faili olmayan bir fiil ve yaratanı olmayan bir yaratığın bulunduğunu kabul etmez."
Reklam
"Peygamber efendimiz (sas) kafirleri uluhiyet tevhidine davet ettiği zaman onlar bunu inkar ederek şöyle dediler: (Muhammed) İlâhları tek bir ilâh mı yaptı? Doğrusu bu şaşılacak bir şeydir." (Sad/5) Bunun üzerine Resulullah (sas) onlarla savaştı ve sadece rububiyet tevhidini kabul etmelerini yeterli görmedi."
Sayfa 22
Şirk (Allah'a ortak koşmak)
Hâkimiyetin şe'ni ve muktezası, istiklaliyet ve infiraddır ve gayrın müdahalesini reddir. Hattâ aczleri için muavenete fıtraten muhtaç olan insanlar dahi, o hâkimiyetin bir gölgesi cihetiyle gayrın müdahalesini red ve istiklaliyetini muhafaza etmek için bir memlekette iki padişah, bir vilayette iki vali, bir nahiyede iki müdür, hattâ bir mahallede iki muhtar bulunmuyor. Eğer bulunsa herc ü merc olur, ihtilal başlar, intizam bozulur. Madem hâkimiyetin bir gölgesi, âciz ve muavenete muhtaç olan insanlarda bu derece müdahale-i gayrı ve iştiraki reddedip kabul etmezse; elbette acizden münezzeh bir Kàdir-i Mutlak'ta, rububiyet suretindeki hâkimiyet, hiçbir cihetle iştiraki ve müdahale-i gayrı kabul etmez. Belki gayet şiddetle reddeder ve şirki tevehhüm ve itikad edenleri gayet hiddetle dergâhından tardeder. İşte Kur'an-ı Hakîm'in, ehl-i şirk aleyhinde gayet şiddet ve hiddetle beyanatı bu mezkûr hakikattan ileri geliyor. (İkinci Şua/2.Makam/Birincisi) Şualar - 18
Sayfa 18 - EnvarKitabı okudu
Halbuki bu kâinat öyle bir tarzda yaratılmış ki bir çekirdeği halk etmek için bir ağacı halk edebilir bir kudret lâzımdır. Ve bir ağacı halk etmek için de kâinatı halk edebilir bir kudret gerektir. Ve kâinat içinde parmak karıştıran bir şerik bulunsa en küçük bir çekirdekte de hissedar olmak lâzım gelir. Çünkü o, onun numunesidir. O halde, koca kâinatta yerleşmeyen iki rububiyet, bir çekirdekte belki bir zerrede yerleşmek lâzım gelir. Bu ise muhalatın ve bâtıl hayalatın en manasız ve en uzak bir muhalidir. Koca kâinatın umum ahval ve keyfiyatını mizan-ı adlinde ve nizam-ı hikmetinde tutan bir Kadîr-i Mutlak'ın aczini, hattâ bir çekirdekte dahi iktiza eden şirk ve küfür ne kadar hadsiz derecede muzaaf bir hilaf, bir hata, bir yalan olduğunu ve tevhid ne derece hadsiz muzaaf bir derecede hak ve hakikat ve doğru olduğunu bil, Lemalar
..tevhid dahi iki çeşittir. ~Biri: Tevhid-i âmî ve zâhirîdir ki; "Cenâb-ı Hak birdir, şeriki, nazîri yoktur, bu kâinat O'nundur.." ~İkincisi: Tevhid-i hakikîdir ki; herşey üstünde sikke-i kudretini ve hâtem-i Rububiyet'ini ve nakş-ı kalemini görmekle doğrudan doğruya herşeyden O'nun nuruna karşı bir pencere açıp O'nun birliğine ve her şey O'nun dest-i kudretinden çıktığına ve Ulûhiyet'inde ve Rububiyet'inde ve mülkünde hiçbir veçhile, hiçbir şeriki ve muîni olmadığına, şuhuda yakın bir yakîn ile tasdik edip îmân getirmektir..
Reklam
Tevhîd-i Rububiyet - Tevhîd-i Uluhiyet
"Müşrikler tevhid-i rububiyete, Cenab-ı Allah'tan başka Rabb olmadığına inanıyorlardı. Fakat onlar tevhid-i uluhiyet meselesinde şirke düşmüşlerdi. Tevhid akidesi ise hem tevhid-i uluhiyette hem de tevhid-i rububiyette Cenâb-ı Hakk'on "bir"len- mesi ile gerçekleşir. Tevhid-i ulûhiyette şirke düşenlerin tevhid-i rububiyetteki tevhidi hiçbir işe yaramaz. Ama bir kimse tevhid-i uluhiyeti kavrarsa onun içinde tevhid-i rububiyet de vardır. Dolayısıyla “Allah'tan başka ilah yoktur." cümlesinin mânâsını, maksudunu, mazmununu anlayan kimse aynı zamanda Cenâb-ı Hak'tan başka bir Rabb de olmadığını idrak eder, görür ve bunu da bu şekilde ifade etmiş olur." Buradan şöyle bir noktaya geliyorlar: Müşriklere "Kainatı kim yaratır, güneşi, ayı kim doğurur, bitirir, mevsimleri kim döndürür?" diye sorsanız, "Allah" derler. Bu onların tevhid-i rububiyeti ikrarlarıdır. Fakat onlar ulûhiyet vasfını Cenâb-ı Hak'tan başka varlıklara atfediyorlar. Mesela birtakım putların insanlara fayda ya da zarar verebileceğine inanıyorlar. İşte bu inanç tevhid-i uluhiyeti zedeleyen bir inançtır. Dolayısıyla İslam dini içinde de Müslüman oldugunu söyleyen insanlar arasında da tevhdi-i uluhiyeti rencide eden, tevhid-i uluhiyete aykırı inançlara sahip olan insanlar vardır. Bunlar mü'min de görünseler muvahhid de görünseler, müştiktirler.
İslam âlimlerimizin belirttiğine göre tevhid; "Allah'ı, rububiyet, ulûhiyet ve isim ve sıfatlarında birlemek" demektir.
Sayfa 48 - Neda YayınlarıKitabı okudu
Arabistan'ın müşrik toplumunda asıl mesele Allah'ın varlığının değil, O'nun tek oluşunun kabulüydü. Müşrikler Allah'ın var olduğunu inkâr etmiyorlardı. Müşrikler Allah'ı hem kendilerinin hem de bütün kâinatın yaratıcısı olarak kabul ediyorlardı. O'nun Rab ve İlâh olduğunu da inkâr etmiyorlardı. Ayrıca, O'na ibadet etmekten de kaçınmıyorlardı. Fakat, asıl sapıklıkları O'nun tek veya çok oluşuyla ilgiliydi. Ulûhiyet (ilâhlik) ve rububiyet (Rablik)'in sadece Allahu Teâlâ'ya mahsus olmadığını sanıyorlardı. Aksine Allah'a çeşitli ortaklar koşuyorlardı.
91 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.