TİK TAK
Bir saatin tik tak sesleri değil bunlar… Tik tak… tik tak
Bir “imdat!” çığlığı yükseliyor köşede. Bir tane daha… sonra biri: “sanki tek kişisin, yeter bağırdığın” diye geçirdi içinden. Tik tak… tik tak
Bir “imdat!” çığlığı daha. Evet herhangi bir köşe başında tecavüze uğrayan herhangi kadınlardan birinin imdat çığlıkları bunlar. Tik
DEDEMİN SAATİ
Hayal meyal hatırlıyorum: Dedemin küçük bir masa saati vardı ve "kırarsın, bozarsın" diye beni saatin yanına yaklaştırmazdı. O sıralar yedi yaşındaydım ve o saati kurcalamak, en büyük hayalimdi. Tik tak seslerinin geldiği yeri bulmalı, o sesleri kendime almalıydım.
▪▫▪▫▪
Bir çırak gibi saati kurcalarken, aklıma, yıllar önce yazdığım şu dize geldi: "Mezarlıklardır, saatlerin midesi..." Sahiden böyle...
Gece ilerliyor beni de almak üzere.
Uykuyu çağırır gözlerim,
Ama nafile.
Yorgun bedenim,
Ama kime ne.
Hissizleşiyorum farkındayım.
Soğuyor her yer,
Ama üşümüyorum.
Titriyor soğuktan duvarlar,
Ama donmuyor bedenim.
Tik tak sesleri işliyor kafama.
Saniyelerin ağır tesiri üstümde,
Ama kırışmıyor duygular.
Zaman akıyor,
Ama paslanmıyor renkler.
Soluğum kısalıp uzanıyor.
Uzandıkça kesiliyor ömrüm,
Ama azalmıyor yaşamın coşkunluğu.
Karanlığa dalacak gibiyim,
Ama kurtarıyor umut beni.
Ağırlaşmış gözlerini hızla açtı. Evet, o odaydı burası. Ve yapayalnızdı. Yan taraftaki kuş artık ötmüyordu, başka zaman şevkle tik tak sesleri çıkaran saat de susmuştu, kurmayı unutmuşlardı. Gözkapaklarının ağır ağır düştügünü fark etmedi bile. Odanın içine bakarak geçmişe gitti, Viyana'ya ilk geldiği, dışarıda yağmur yağdığı gece orada oturmuş,
Kitabın kapağını açtığınız an bir savaşın ortasında buluyorsunuz kendinizi. Okuduğunuz her satırda oradaymış gibi hissediyorsunuz. Uzun süre aklımdan çıkmayacak sahneler vardı, beni çok etkiledi. Savaşın korkunçluğunu iliklerine kadar hissetmeleri için, bilinçsizce savaş çığırtkanlığı yapan herkese okutmak isterdim bu kitabı.
Kabuslarla dolu uzun bir rüyadan uyanmak gibiydi…
Mutlaka okuyun, okutun.
Beni çok etkileyen bir alıntı ile sonlandırıyorum:
Yakınlarına anlatıldığı kadarıyla aklını yitirmesi şöyle olmuştu: Komşu alay süngü hücumuna kalktığı sırada onlar yedek kuvvet olarak bekliyormuş. İnsanlar öyle yüksek sesle “hurra” diye bağırıyor ve koşuyormuş ki, neredeyse top seslerini bile bastırıyorlarmış ve birden top sesleri kesilmiş, birden “hurra” sesleri kesilmiş ve birden mezar sessizliği çökmüş: Koşup yetiştikleri ve süngü çarpışması başladığı içinmiş bu. Sinirleri bu sessizliği kaldıramamış.
Artık yanında konuştukları, gürültü ettikleri ve bağırdıkları sürece sakin duruyor ve kulak kabartıp bekliyor; ama bir dakika bile sessizlik olmaya görsün: Başını tutuyor, duvara, mobilyalara koşuyor ve saraya tutulmuş gibi titreyip dövünüyor. Çok yakını var, nöbetleşe gürültüyle sarmalıyorlar onu; ama geceler kalıyor geride, suskun ve uzun geceler; burada babası alıyor işi üstüne, o da ak saçlı ve o da biraz deli. Odasına yüksek sesle tik tak eden, çeşitli zamanlarda neredeyse aralıksız vuran saatler asmış ve şimdi de sürekli çalan bir çıngırağa benzeyen bir tür tekerlek uyduruyor. Hiçbiri iyileşeceğine dair umudunu kaybetmemiş, çünkü henüz sadece yirmi yedi yaşında…
(Syf 62)
Kızıl KahkahaLeonid Andreyev · İş Bankası Kültür Yayınları · 20195,3bin okunma
TİK TAK
Bir saatin tik tak sesleri değil bunlar…
Tik tak… tik tak
Bir “imdat!” çığlığı yükseliyor köşede. Bir tane daha… sonra biri: “sanki tek kişisin, yeter bağırdığın” diye geçirdi