Romanın Macerası: Bozkurtların Ölümü Atsız'ın, tarihin tozlu sayfalarından çıkardığı Kür Şad'ın hikâyesidir. 639 yılında Çin sarayını basan 41 yiğidin hikâyesini Atsız Fransız kaynaklarından, muhtemelen Hüseyin Cahit'in De Guignes tercümesinden, daha üniversite yıllarında okumuş olmalıdır. Çin kaynaklarında Cie-şı-şuay olarak geçen
Azerbaycan'ın tanınmış şairlerinden Memmed İsmayıl 1992 yılında Bozkurtların Ölümü ile Bozkurtlar Diriliyor romanlarını Bozgurdlar adıyla Azerbaycan Türkçesine aktarmıştır. Eser 1993'te Yazıçı neşriyatı tarafından 19.000 nüsha basılmıştır.
1988 yılında Dede Korkut kollokyumu için Bakü'de bulunduğum sırada Bahtiyar Vahabzade'yi ziyaret etmiş ve Bozkurtların Ölümü'nü kendisine vermiştim. Birkaç gün sonra Azerbaycan Oteli'nden bizi uğurlamaya geldiği zaman "Bozgurdların Ölümü'nü okudum. Atsız böyük yazıçı” dediğini hatırlıyorum. 1997 yılında da, Özümüzü Kesen Gılınc (Göytürkler) adıyla Kür Şad'la ilgili bir piyes yazdı. Eser, 10 Nisan 1998'de Azerbaycan Milli Dram Teatrı'nda sahneye kondu. 156 2000-2001 sezonunda Ankara'da, Devlet Tiyatroları Şinasi Sahnesi'nde de Azerbaycanlı sanatçılar tarafından oynandı. 2007 Eylül'ünde Bakü'ye giden Türk Devlet ve Toplulukları Kurultayı delegeleri de eseri Bakü sahnelerinde izlediler. Ahmet Yesevi Uluslar Arası Türk-Kazak Ünivesitesinin Tiyatro Fakültesi öğrencileri de hem Türkistan'da hem Türkiye'de oyunu birkaç kez sahneye koydular.
18. yüzyılda, dünyadan tiyatro sahnesi olarak söz edilmeye başlandığında, insanlar takındıkları tavırlar için yeni bir seyirci düşlemeye başladılar. Bu seyirci artık Tanrı değil birbirleriydi...
Evet, evet biliyorum mahkeme sahnesinde hepimiz oradaydık.
Bazı ruhlar vardır hani asla mutluluğa ulaşamazlar, hep dışlanmışlık, huzursuzluk, mutsuzluk hiçbir yer kabul etmez onları; işte Atsız öyle bir karakterdir, zaten hayatı sürekli mahkemelerde ve cezaevlerinde geçer. Çocukluk emelini gerçekleştiremez, asker soylu bir ailedir onunki
Ayrılırken, Victor'a onu daha önce tanıdığıma emin olduğumu söyledim. Güldü ve bağnaz bir İtalyan kardinal olduğum yaşamımda onu öldürünceye kadar işkence ettiğimi hatırladığını söyledi. Ancak, birlikte başka ve hoşa gidecek hayatlar yaşamış olduğumuzu da açıkladı.
Aramızda Birkaç Ölüm. Adından da anlaşılacağı üzere her öykü aramızda, içeriden, çok içeriden… Çünkü her öykü bir gideni ve bir kalanı barındırıyor. Yaralar çok tanıdık, yaşananlar çok tanıdık. Okuyan herkesin içeriden -çok içeriden- bir iz bulacağından eminim.
Yazar, bizi minik minik öykülerle acıya götürüyor. Kimi zaman hiç yaşanmamış
-
Sahicilik hâli aslında, sözü ortama göre eğip bükmemek, kendin olma cesaretini gösterebilmek, kalabalığın sürüklediği yere doğru akıp gitmemek, tek başına, kendi yörüngemizde kendimiz dönebilmek, hayallerimize ve değerlerimize sahip çıkmak ve bir içsel bütünlüğe ulaşmak demek. Yığıtlik, insanın kendi hakikatine sadık olmasında, dürüstlük ve şeffaflık gösterebilmesinde saklı. Bizi aşan büyük bir ülkünün peşinde miyiz, yoksa kendi benliğimizin peşinde mi? Acaba düşmanlığımız ve dostluğumuz sadece kendi nefsimiz için mi? Dünyayı hakkını vererek yaşayacağımız bir yer olarak mı görüyoruz, yoksa performans sergileyeceğimiz bir tiyatro sahnesi olarak mı? Bazı insanlar sadece oynuyorlar, duruma göre şekil alıyorlar. Hayatlarının bir tutarlılığı ve bütünlüğü yok. Bütün yorgunluğumuz, kendi içimize giden yolu yürüyememekten kaynaklanıyor. Oyuncu benliklerimizin sahici benliklerimizi gizlememesi lazım. İşte şahsiyetli olmak, iç bütünlüğe ve tutarlılık duygusuna sahip olmakla alakalı gibi geliyor bana