Öylece birbirimize baktık. Konuşmadık, hatta selamlaşmadık bile. Deniz bende görmeye alıştığı o tutkulu bakışı arıyordu, beni bırakıp gittikten sonra neler yaşadığımı bilmek istemiyordu. Benim için üzülmekten korkmuyor diye düşündüm, vicdan yükü taşımıyor, acı çekmiyor, bir şey söylerim ve ne yapacağını bilemeyeceği bir bilgiyle rahatı kaçar diye korkuyor. Korkma Deniz. Verip verip geri aldığın o siyah taştan kalbin yerinde daha ağır bir taş var şimdi. Zamanın taşı. Milenyuma girdik artık, yeni hayatımızda böyle acılara yer yok, ince hastalık devri bitti, hepimiz kendi hayatımızın Zelig'i olduk, nasıl gerekiyorsa öyle yaşıyoruz.
Bana bakıyordu, bekliyordu, ama beklediği olmuyordu. Birden gülümsedi, sokağı sel bastığı gün kamyon dan inen çocuk oldu. Tutkuyu uyandırmak istiyor diye düşündüm, tutkunun öldüğünü anlamak istemiyor, benliğinin gücü korkusunu yendi, onu rahatsız edecek bile olsa gidişinin ardından olanları öğrenmeye hazır, yeter ki yine aynı tutkuyla bakayım ona, onsuz bir hiç olduğuma inansın yeter ki.
Aradığı bakışı bulamayınca hayal kırıklığıyla doldu yüzü.
Nasıl yani, bitti mi.. nasıl bitebilir.. mümkün mü bu? bakışı.
Mümkün Deniz. Bütün mümkünlerin kıyısındayız. Hayat her türlü bitişin bir araya gelmesinden oluşan bir akıştır, bir şey biter, bir şey başlar, böyledir bu.
Tanımadığım birine bakar gibi bomboş baktım, gözlerimde ne sitem ne acı ne de başka bir duygu vardı. Ba kışlarırndaki boşluk Deniz'in o güçlü benliğini yıkmak için değildi, boştu sadece, eski tutkuyla doldurabilseydim doldururdum, çekinmezdim bundan.