“Satranç hayat gibidir David” demişti babası. “Her parçanın kendi işlevi vardır. Bazıları zayıftır, bazıları ise güçlü. Bazıları oyunun başında işe yarar, bazılarıysa sonunda. Ama kazanmak için hepsini kullanmak zorundasın. Aynen hayatta olduğu gibi, satrançta da skor tutulmaz. On parçanı kaybedip, yine de kazanabilirsin oyunu.
Şimdi yanımdaydı, tutamadım! Hala bağırsam sesimi duyabilecek... Sanki gönlümün eli var da boğazımı sıkıyor. Hala koşsam arkasından yetişebileceğim... Sanki gönlümün zinciri var vücudumu sarıyor, gücümü kesiyor. Ayaklarımı birbirine dolaştırıyor.
Minnettarlık, insanlarda bu duyguyu görmek çok enderdir ve özellikle en çok minnet duyan insanlar bu minnetlerini ifade edemezler, şaşırmış bir şekilde susarlar, utanırlar ve bazen duraklarlar, duygularını saklamak için.
Çünkü kendini bankın üzerine bırakışı, tıpkı derine düşen ve dibi bulmadan durmayan bir taşın hareketi gibiydi: Bitkinlik ve çaresizliğin insan bedeninde bu denli ifade bulduğuna daha önce hiç tanık olmamıştım.
...fevkalade gergin ve olağanüstü durumlar insan davranışları üzerinde öyle bir etki yapar ki, ne bir resim ne de bir söz onu aynı şimşek hızıyla tasvir edebilir.
Kesinlikle güzel biri değildi. Ancak “güzel biri değildi” demekle ona haksızlık etmiş olurum. “O, kendine yakışır bir güzelliğe sahip değildi.” demek daha doğru bir ifade olur.
Her türlü zorbalığın toplum tarafından makul ve yerinde bir gereklilik olarak karşılandığı, beraat kararı gibi her türlü merhamet göstergesinin toplumda tatminsizlik ve intikam duyguları uyandırdığı bir dünyada adaleti düşünmek gülünç değil midir?
Çünkü bütün dünya karşında dursa bile eğer annen arkandaysa sana bir şey olmazdı. İçinde, derinlerde bir yerde sevildiğini bilirdin. Sevilmeyi hak ettiğini bilirdin.