Yabancılaşmak her şeye.
Anneye, babaya, kardeşe, eşe, dosta, akrabaya, en yakına.
İçten içe, senden sana, kendi kendine.
İçtiğin sigaranın dumanına, savrulan külüne.
Kaldırımdaki sivrilmiş taşa yabancılaşmak.
Sebepsiz gelen hüzne, akan göz yaşlarına.
Yağmura, çamura, kerpiç bir göz odaya.
Sonbahardaki yaprağa, ilkbahardaki o kokuya.
Bir kap sıcak aşa, soğuk bir mezeye.
Geçmişe, geleceğe, gitmelere, kalmalara.
Acıya, mutluluğa, inadına tüm zıtlıklara yabancılaşmak.
Ruhuna, aklına gelene, düşüncelere, hayallere yabancılaşmak.
Senden gidenlere, elvadasız, habersiz.
Geçmişe ve geleceğe, iki dudağın arasına, tanıdık sözlere.
Çocukluğa, o masum bakışlara, körelmemiş duygulara, saflığa.
Nefese, ıslak toprak kokusuna, geldiğin yere yabancılaşmak.
Kim bilir belki gittiğin yere.
Aynalardaki yüzüne, sen olmadığını haykıran yüzüne yabancılaşmak.
Hayata ve ölüme, hiç ölmeyecekmiş gibi yabancılaşmak.
Sen, dünya ve ben, üç ayrı yabancı aynı kubbenin altında.
Birkaç şey yabancılaşmayan, o da içimdeki girdap, kaos ve yalnızlık olsa.
Nedir bu yabancılaşmalar, bilinmeyen.
Belki sonsuz uykuya, ölümün ta kendisine yabancılaşmak.
Gam-ı Umman