Tolstoy zamanında okurlar tarafından eleştirilere uğramış ve kendini daha çok çalışmaya vermiş ve hatta günde on altı saate varan mesailer feda etmiş edebiyat için. Bence bundan dolayı
edebi bir kaygının çok yoğun hissedildiği bu eserde bolca betimlemeler ve sanatlı bir anlatımla karşılaşıyorsunuz. Açıkçası son zamanlarda okuduğum kitapların sürükleyiciliği üstüne bu kitabın anlatımı özellikle ilk bölümde beni çok yavaşlattı. Ama kitapta ilerledikçe içerik beni öylesine sardı ki o aradaki yorucu üslubu görmedim bile. Konusuna değinmeden nasıl anlatılır bilmiyorum ama bir kitapta tüm karakterlere ayrı ayrı üzülmek de mümkünmüş. Felix beni öylesine büyük bir aşka inandırdı ki -spoiler saymazsanız- ilerledikçe Henriette bile bunları yaşıyorsa ve Felix bile bunu yapabiliyorsa, dünyada manevi olana böylesine ulaşmış insanların bile maddeye kapılabilmesi mümkün olabiliyorsa her şeyin geçici olduğu fikrine biraz daha yaklaştım.
Tamamı olmasa da mektup tarzı bir romandı. Anlatıcı ilahi bakış açısıyla kaleme aldığı bu romanda sanki “Ben yalnızca anlatıcıyım, okurken bana yüklenmeyin.” demek istiyor. Tolstoy’un gerçek anlamda hangi karaktere daha yakın olduğunu sormak isterdim. Gayet içimden geldiği gibi yaptığım bu inceleme böyle bir üstada yaraşmasa da kafanız boşken okuyarak kendinize bir iyilik yapacağınıza eminim.
İyi okumalar.