Bir kitabı okumaya başladığımda o kitabın dünyasını benimsemeyi çok önemli buluyorum. Zira yazılanları ve karakterleri daha iyi anlayabilmek, hissedebilmek için. Fakat Siyah Lale'de umduğum gibi olmadı. Başlarda çok karışık geldi ve romana odaklanamadım. Haliyle de sıkıldım. Fakat kitapları yarım bırakmayı sevmediğim için biraz ara verip tekrar okumaya başladım. Cornelis ve Rosa'nın aşkı ile de okumam akıcı hale geldi. Zaten kitapta en beğendiğim onların aşkı oldu.
Konusuna gelecek olursam: Hollanda tarihinin en sancılı günlerini yaşarken bu sırada Çiçek Üreticileri Derneği ilk siyah laleyi yetiştiren kişiyi ödüllendireceğini açıklar. Bunun üzerine çiçeklere ve bilhassa lalelere büyük bir sevgi duyan Cornelis, ilk siyah laleyi yetiştirmek için harekete geçer. Fakat yazgısı onu hapisle, aşkla ve fedakarlıkla imtihan eder...
Nitekim roman boyunca sevdiği kadın ile birçok zorluk ve tehlikeler yaşar. Ancak bunlar onları asla yıldırmaz ve mücadele etmeye devam ederler. Zira Cornelis ne Rosa'dan ne de siyah lalesinden asla vazgeçmez. Kader ise bu iki sevgiliyi sonunda büyük bir mutlulukla ödüllendirir...
Kitabın okura kattığı en önemli şey ise kendi fikrime göre, bir insanın kalben ve gerçekten istediği bir şeye ne kadar zorluklar yaşasada kavuşabileceğidir. Yeter ki vazgeçmek, pes etmek olmasın...
Yazıyı da en sevdiğim şu alıntıyla bitireyim: "Tanrı'nın insana, mutlu olmak için çok şey verdiğine ya da en azından mutsuz olmayacak kadarını verdiğine inanıyordu."