Bölüm XXVI - YİĞİT ŞÖVALYELER VE SİLAH ARKADAŞLARI
İnsanlar, para çıkarlarına dayanan ortaklıklar olarak, ya da bir millet olarak kötü görünebilirler; aşağılık, budala, katil olabilirler; yüzlerinden bayağılık, anlamsızlık akabilir. Ama kafamızdaki insan kavramı öyle soylu ve pırıl pırıl, öyle yüce ve öyle şanlıdır ki, onda bir yüzkarası görür görmez, hepimiz en süslü örtülerimizi hemen üstüne atıp saklamalıyız bu lekeyi. Tüm ahlak yıkıntılarına karşın, içimizin derinlerinde duyduğumuz tertemiz insanlık, olduğu gibi kalır ve yiğitliğini yitiren bir adamın çıplaklığı karşısında, insanlığımızın yüreği kan ağlar. Dindarlar bile, böylesine bir ayıp karşısında, büsbütün susmayıp, buna göz yuman kadere çıkışırlar. Ama bu insan yüceliği, kralların, rütbelerin, cübbelerin, yüceliği değildir. Bu yalın, bu bereketli yücelik, kazmayı kaldıran kolda, çiviyi çakan bilekte ışıldar. Halkın yüceliğidir bu ve Tanrı -mutlak, ulu Tanrının ta kendisidir- her bir yana saçmıştır bu yüceliği. Halktan oluşan her devletin hem özü, hem de çevresi olan mutlak, ulu Tanrı! O her yeri saran varlık! O tanrısal eşitliğimizin kanıtı!
Sayfa 170 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
Kelle kulelerinin kökeni
İnsan kafasından kuleler ve minareler yapma, XIV. yüzyılın başlarında Horasan'da icat edilmiş gibi görünüyor. En azından, 1340 yılında Herat melikinin, Amuderya ırmağının güneyindeki topraklarda çapulculuk yapan Afganlı göçebelerin kesilmiş başlarından oluştuğu yirmi kuleyi Fahrettin Râzi'nin mezarı yakınında kelleleri üst üste yığarak yapma alışkanlığının ilk örneği olarak belirtebiliriz. On iki yıl sonra, 1352 yılında Muzafferîler aynı şeyi taklit etmişler ve hemen ardından başkaları onları izlemiştir. Kısa zamanda Yakın Doğu'nun bütün ulusları, Osmanlılar da dahil olmak üzere, özellikle Türkler tarafından nerede ve nasıl olduğu bilinmeksizin benimsendikleri anlaşılıyor.
Sayfa 200 - Milliyet YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Söz buraya gelince her yıl aynı neşeyle sorardım öğrencilerime. "Şimdi bir zaman makinesine bineceğiz. Nereye gitmek isterdiniz?" Zaöan sınırlı bir şeydi ve her yıl üç aşağı beş yukarı benzer cevaplar gelirdi: "Kanuni devrine, Fatih zamanına, Fransız İhtilali'ne, Bolşevik Devrimi'ne, Osman Bey'in yanı başına, Göktürkler zamanına, Orta Asya'ya, Asr-ı Saadet'e." "Peki." derdim. "Pekala, gidiyoruz ama yanımıza almamız gereken bir şey var, o nedir?" Çocuklaşırlardı ardına kadar açık pencerelerden Mayıs kokuları sınıfımıza dolarken. "Defter, kalem, fotoğraf makinesi, cep telefonu, İnternet, şarj aleti." Gülüşürdük. "Yoo." derdim. "Bunlar değil." Ciddileşirlerdi bu kez. Dururduk biraz. Ses yok. Cevabı ben verirdim. "Şu anki şuurumuzu alacağız yanımıza. Aksi takdirde bu yolculuğun hiçbir anlamı olmaz ki. Düşünsenize XVI. asra gitmişiz ama XXI. asırdan geldiğimizi bilmiyoruz. O zaman ne anlamı var bunun? XVI. asırda yaşayan herhangi bir Osmanlı'dan ne farkımız kalır?" "Görüyorsunuz işte, eğer bilmiyorsak anlamı yok ne olup bittiğinin, biliyorsak her şey var."
Sayfa 31 - Timaş YayınlarıKitabı okudu
Pırıl pırıl Avrupa...
Hijyene dair: St. Ambrose, “bedenine dokunma hazzı”na kapılmamak için hayatı boyunca hiç banyo yapmadı. XIV. Louis'nin ayak kokusu birkaç metre öteden duyulabiliyordu. Leonardo da Vinci yatağa çizmeleriyle birlikte giriyordu ve onları çıkarmadığı için de çizmelerini "ikinci derisi" olarak görüyordu. Aragon kraliçesi Isabel, “Kişi bir doğumda, bir de düğün öncesi banyo yapmalı” görüşünü benimsemişti.
Sayfa 195 - Klasik YayınlarıKitabı okudu
Tektanrıcılık tamamen yeni bir düşünce değildi. Örneğin, MÖ XIV. Yy’da Mısır Firavun’u Akhenaton’un ilahilerinde tektanrıcılık düşüncesine rastlanır; ama bu tür düşüncelerle sık karşılaşılmadığından etkileri yerel ve geçicidir. Ahlaki tektanrıcılık ilk kez Museviler tarafından dinin önemli bir parçası haline getirilmişti. Musevilerin ilkel aşiret dini inançlarından evrensel tektanrıcılık inançlarına geçişleri, İbrani İncili’nin (Tevrat’ın) kitaplarına yansımıştır. Aynı kitaplar Museviler’in bu inançlarının onları, puta tapan ve çok tanrıya inanan komşularından nasıl soyutladığının farkında olduklarını da anlatır.
XIV. Bölüm
İnsan eşit olmadan sevemez…”
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.