İnsanlar, para çıkarlarına dayanan ortaklıklar olarak, ya da bir millet olarak kötü görünebilirler; aşağılık, budala, katil olabilirler; yüzlerinden bayağılık, anlamsızlık akabilir. Ama kafamızdaki insan kavramı öyle soylu ve pırıl pırıl, öyle yüce ve öyle şanlıdır ki, onda bir yüzkarası görür görmez, hepimiz en süslü örtülerimizi hemen üstüne atıp saklamalıyız bu lekeyi. Tüm ahlak yıkıntılarına karşın, içimizin derinlerinde duyduğumuz tertemiz insanlık, olduğu gibi kalır ve yiğitliğini yitiren bir adamın çıplaklığı karşısında, insanlığımızın yüreği kan ağlar. Dindarlar bile, böylesine bir ayıp karşısında, büsbütün susmayıp, buna göz yuman kadere çıkışırlar. Ama bu insan yüceliği, kralların, rütbelerin, cübbelerin, yüceliği değildir. Bu yalın, bu bereketli yücelik, kazmayı kaldıran kolda, çiviyi çakan bilekte ışıldar. Halkın yüceliğidir bu ve Tanrı -mutlak, ulu Tanrının ta kendisidir- her bir yana saçmıştır bu yüceliği. Halktan oluşan her devletin hem özü, hem de çevresi olan mutlak, ulu Tanrı! O her yeri saran varlık! O tanrısal eşitliğimizin kanıtı!