Tarihler 1389'u göstermektedir. Kosova ovasında büyük bir meydan muharebesi cereyan etmektedir.Çok geçmeden Osmanlı ordusu galip gelecek, birleşik Haçlı orduları darmadağın olacaktır. Şefkatli Osmanlı Sultanı 1. Murad savaş meydanını gezerken yaralı bir Sırp askeri görür. Yaklaşıp durumunu tahkik etmek ister. Kalleş düşman, yanında sakladığı hançerini, yaklaşan Padişah'ın böğrüne saplayıverir. 1. Murad kanlar içinde askerlerinin kollarına düşer. Son anlarıdır. Başında oğlu Şehzade Bayezid (Yıldırım),devlet erkanı ve askerler vardır. Onlara dönerek tarihin durup kulak vereceği,bizi biz yapan ve uyguladığımız dönemlerde hep en önde olmamızı sağlayan ölçü olacak sözleri haykırır, ''sakın ha attan inmeyesüz.''
Üzerinde ”EN GÜZELE” yazılı, altından bir elmayı, şölenin yapıldığı salonun ortasına bırakıverdi. Doğal olarak bütün tanrıçalar, bu elmaya sahip olmak istediklerinden uzun tartışmalar oldu. Sonunda üç büyük tanrıça dışında diğerleri çekildiler. Ama kudret tanrıçası Hera, zekâ tanrıçası Palas Athena ve Aşk tanrıçası Afrodit elmaya sahip olmakta
Şimdi seni düşünüyorum, biliyorsun
Aklıma ellerin geliyor önce
Yağmurlu birgün hatırlıyorum
Islanmış bir serçe kuşu hatırlıyorum
Durup durup ölümü hatırlıyorum
Alnıma bir ışık vuruyor karanlıkta
Sonra alabildiğine bir sessizlik başlıyor
Alabildiğine bir deniz
Alabildiğine kum
İçim ürpertilerle dolu
Karanlık denizlerin ortasında
Seni
“Gideceğin köyün ağası ne derse “başüstüne” diyeceksin. Aksi halde seni ortadan kaldırırlar. Böyle kaldırmalar çok olmuştur. Gençliğin var. Yaşayacağın bir ömür, aydınlık bir gelecek var…”
Bunları anımsayıp dururken söze başladı Ağa:
“Adın ne?”
“Ali,” dedim.
“Memleket?”
“Gülşehir.”
“Ana avrat var mı?”
“Ana var, avrat yok,”
“iyi,” dedi. “Bu odada yatacaksın. Adamlarım yiyeceğini, içeceğini getiriler. Çocukları toplamayacaksın. Onlar namazlık öğrenecekler. Zaten yukardan emir var. Emir olmasa da buranın her şeyi benim. Amma sen de boş durmayacaksın. Benim tarla takan işlerimin hesabını tutacaksın. Köylerimin gelirini yazacaksın. Zaman buldukça askerliği yaklaşan oğluma yazı öğreteceksin.”
Bir kafede birlikte oturduğumuzu düşünelim. Sohbet ederken, kahvemden bir yudum almak için fincanı yukarı kaldırdığımı fark ediyorsunuz. Bu eylem öylesine sıradan ki, kahvenin bir kısmını yanlışlıkla gömleğimin üzerine dökmediğim sürece, üzerinde konuşmaya bile değmez. Ama hakkını vermek lazım: Fincanı ağıza götürmek öyle az buz iş değil. Robotik alanında, bu tür bir işin aksamadan yürütülebilmesi için hala büyük çaba sarf ediliyor. Neden mi? Çünkü bu basit eylemin arkasında, eşgüdümleri beynim tarafından titizlikle sağlanan trilyonlarca elektrik atımı var.
..........................................................................
Fincanı kaldırırken kullandığım kuvvet ve fincanı kavrayış kuvvetim üzerinde yapılan ayarlamalar için geçen süre, saniyenin kesirleri ölçeğinde. Yoğun hesaplamalar ve geri bildirimler sonucunda, uzun bir kavis çizerek fincanı sarsmadan ve açısını bozmadan yukarı doğru kaldırabilmek için, kaslarımda ayarlamalar yapıyorum. Bu mikro- ölçekli ayarlamalar bütün yol boyunca devam ediyor. Dudaklarıma iyice yaklaşan fincana şimdi biraz eğim verebilirim; kendimi haşlamadan içinden bir miktar sıvı çekebileceğim kadar.
Böyle bir işin üstesinden gelecek bilgisayımsal gücü sağlamak, dünyanın en hızlı bilgisayarlarından düzinelercesini gerektirir. Oysa ben, beynimin içindeki bu elektrik fırtınasını algılamıyorum bile.
..........................................................................
Yaptığımız robotlar henüz insan performansının kıyısına bile varamamıştır.
Mardin’de tanıdığım ellerinde hint kınası olan gözleri efsunlu Süryani öykücü kadından dinlemiştim ben bu öyküyü. Sonra başka yerlerde de karşılaştım;
Müslüman Kürtler, Ezidiler ile hep kirve olurlarmış. Ezidiler kirvelerini Müslüman Kürtler’den seçerlermiş, Müslümanlar da Ezidiler’den. Çünkü kirvelik beraberinde evlilik yasağını getirir.
Bir süre duvardaki dev Tennesse haritasının önünde dikilerek
Amerikan çocuklarının neden coğrafyayı sevmediklerini düşündüm.
Çünkü aksi olsaydı, bu eyaleti daha iyi tanıyabilirdim.
Derin bir nefes aldım ve terminalden şehir merkezine çıktım.
Western eşyaları satan ve canlı müzik yapan restoranların
önünden yürümeye başladım. Cadde