Yazarın okuduğum 2.kitabıydı. Daha önce Kadın – Erkek Beyni kitabını okumuştum. Dili akıcı ve sürükleyiciydi. Yazarın derdinin salt bir roman yazmak olmadığını hepimiz biliyoruz. Nörobilim uzmanı olan yazarımız bu bilim dalıyla ilgili teknik terimleri harmanlayarak bize bir roman yazmış. Sürükleyici bir romanın yanında bu terimleri bize öğretme,
Beylik laflar ederdi önceleri. ’’ Kaç yaşındasın, hala?’’ cümlesi ile başlayıp diğerlerini eleştiren. Kızardı babasına, amcasına, diğerlerine. Derdi kendine; ‘’Kırk yaşını geçeli de ne kadar olmuş ama…’’ Kırk yaş peygamberliğin emanet edildiği yaştı. Kalbin kemale erdiği, dünyaya notunu verdiği yaş. Sevdaların, kinlerin, umutsuzlukların ve kibrin
Bu kadar kitabı olan bir adamın, bu kadar çok sorusu olması, bana onun kafasındaki sorulara cevap değil, kafasındaki cevaplara soru aradığını düşündürdü.
Anladım bir yangın merdiveni olmadığını. Hayatın arka kapısı yoktu. Gizlice sigara içilen karanlık bir boşluğu bile yoktu. Her şeyi bilen, her şeyi bilmeye devam ediyor ve bana gülüyordu.