Başın çok yükseklerde eğil selvi boylu
Eğil bir kez nasıl bir şeysin göreyim
Nasıl liman çocukları zalim
Nağra atarlar gecenin koynuna
Daha başkaları da var
Tabiatlarını mayalarını açıklayan
Ya sen selvi boylu nesisin
Ya ben neyiyim körlüğün
Eğil hakkımızla
Birlikte bağıralım içine esirliğin
Selvi boylu eğil ikiye katlan
Bak şairin yarım şiirin köle kaldı
Bana bakmadan, "Karım bir trafik kazasında öldü." diye cevap verdi.
"Üzüldüm. Bilmiyordum."
"Sana bunu anlatmamın sebebi; hayat sana geri dönüyor. Zaman alıyor, zor ve yalnız bir yol ama sonunda normale dönmeyi öğreniyorsun."
Ama hiç aklımdan geçmeyen bir şey vardı; hayat daha iyi olabileceği gibi daha kötü de olabilirdi. Ve şimdi burada karım kayıp, evim soyulmuş, işlemediğim bir cinayet sebebiyle suçlu yatarken, çok geç olduktan sonra şükretmeyi öğrendim.
"Ben bir holding sahibi değilim hanımefendi. Emir vermekten hoşlanır bir yapım da yoktur. Ben yalnızca sanata düşkün, iyi terbiye almış bir adamım.”
"İyi terbiye almış," derken sesimden ince bir alay seziliyor.
"Elbette. Çoğu zaman."
Bardağını eline aldı. Pilav yerken sık sık su içerdi. Sağında oturan Semra, mühendisin on altı yaşlarındaki büyük kızı, ondan önce sürahiye uzanıp elindeki bardağı doldururdu. Her sefer böyle olurdu. Su içmek istedikçe bardağını hep Semra doldururdu. (Onun bu olayı kabaca, erkekçe, bilgisizce bir açıklaması vardı: "Kadının erkeğe hizmetten