“Gelgelelim hızlandırılmış toplumlarımızda her kayıp katlanılmaz oluyor. Bunun için çağımızda yaşlılığa duyulan tiksintiye bile bakmak yeterli - gençliğin daha değerli kılınması tam anlamıyla kayıp zaman çılgınlığıyla bağlantılıdır.”
_Medeni dünyamız, şövalyelerle, askerlerle, avukatlarla, rahiplerle, filozoflarla ve daha bilmediğim başkalarıyla karşılaştığınız büyük bir maskeli balodan başka nedir ki? Fakat göründükleri kişiler değillerdir bunlar; sadece birer maske ve kural olarak da onun arkasında daima servet avcılarıyla karşılaşırsınız. Örneğin birisi hukuk maskesini
Delilik “gerçek, kutlu bilgelik deliliktir” ve “kendini bilge sanmak yani budalalık gerçek deliliktir” temaları arasında bir insanlık geçidi sunar. Stultitia’nın hedefinde krallar, filozoflar, hatipler, avukatlar, şairler ve yazarlar, kilise ve ilahiyatçılar, azizler, keşişler, hekimler, kumarbazlar, simyacılar, avcılar, Erasmus’un kendisi kısaca yardımcılarının imkanından sınırsızca yararlanan beşeriyet vardır. Bir maymuncuk görevi gören delilik, çocukluktan yaşlılığa, dostluktan aşka ve evliliğe, savaştan siyasete, bilimden edebiyata ve din kurumlarına hayatın her aşamasında kendine yer bulur. Dünyada, her dakika aklın hizmetinde olan ve deliliğin herhangi bir türüne tutulmamış bir kimsenin varlığını sürdürmesi söz konusu olamaz. Böylesi bir gayeyle çalışan bilgeler neşe ve mutluluk kaynağı olan delilikten mahrum kaldıklarından dolayı belli bir süre sonra hayatlarına son verirler.
Erasmus’un savunduğu insancıllık küçümsemeyi kesinlikle reddeder. Yüzyıllar boyunca görmezden gelinen halk kitleleri Deliliğe Övgü’de yeniden değer kazanır. Herhangi bir maskenin ardına sığınmadan sadece doğanın kılavuzluğunda ve güdüsünde yaşayanlar insanların en erdemlilerindendir. Bu kişiler hayatlarını cehenneme çeviren kurallar silsilesinden muaftırlar. Aynı zamanda kendilerine Tanrı katında kutsallık atfedilmiştir.
Deliliğe ÖvgüDesiderius Erasmus · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202111,5bin okunma
(…) hızlandırılmış toplumlarımızda her kayıp katlanılmaz oluyor. Bunun için çağımızda yaşlılığa duyulan tiksintiye bile bakmak yeterli -gençliğin daha değerli kılınması tam anlamıyla kayıp zaman çılgınlığıyla bağlantılıdır. Zamanın yok olduğu bir toplumda, üstelik bütünüyle insana özgü olan matem acısı bile artık yalnızca kaygı ve korku giderici ya da depresyon giderici bir ilaç tedavisiyle "alt edilir".
Bize dayatılan çılgınlık bu denli revaçta ise bunun nedeni, zamanın bizi içine hiç acımadan soktuğu girdabı ortadan kaldırabileceğimize, artık zaman "kaybetmemenin", onun efendisi olmanın ve onu başka herhangi bir "kaynak" gibi kullanmanın mümkün olduğuna bizi inandırmasıdır. Ama hızlandırılmış toplum her birimizin içindeki varolma acısını ve insanlık durumumuzdan kurtulma isteğini kaşıyarak aslında bütünüyle tepkisel olan yeni hüzünler "üretir": aşırı öfke, nefret, engellenmişlik duygusu, sabırsızlık, hatta kıyamet tellallığı ve hatta "adamsendecilik". Psikolojik tutumlarımız da bir o denli hüzne karşı savunma oluşturur ve bu anlamda hüznün kabullenilmesiyle açılan yaşam olasılıklarının da önünü keser.
Göstergelerin o aynı acınası kendini tekrarı her yerde okunur: çok gençlerin ve çok yaşlıların yüceltilmesi, soylu evliliklerinden duyulan heyecanın birinci sayfalara taşınması, kitle iletişiminin beden ve cinselliğe düzdüğü övgü; tüketim adı altında günümüzde her yerde hem gerçek yok oluşlarını hem de karikatürsü dirilişlerini kutlayan bazı tarihsel yapıların parçalanmasına tanık oluyoruz.
Aile çöküyor mu? Aile yüceltilir.
Çocuklar artık çocuk değil mi? Çocukluk kutsanır.
Yaşlılar yalnız mı, devre dışı mı kalmışlar? Hep birlikte yaşlılığa acınır. Çok daha açık olarak: Gerçek imkânları cılızlaştığı ve giderek bir yandan denetim, bir yandan da kentsel, mesleki, bürokratik zorlamalarla sıkıştırıldığı ölçüde beden yüceltilir.
Desiderius Erasmus
Yazarın okuduğum ilk kitabıydı. Erasmus kitabı eğlence amacıyla arkadaşına ithafen yazdığını söylüyor, bunu okuyunca sizi eğlendirecek bir şeyler bekliyorsunuz fakat daha girişinden itibaren öyle olmadığını anlıyoruz. Kitabı maddeler halinde yazılmış yerme sanatı olarak düşünebiliriz. Bazı yorumları iğnelemeleri gereksiz buluyordum okurken, özellikle kadınlar hakkında yazdıklarını, ki kitapta Erasmus anlattıklarını bir kadının ağzından yazdığını giriş bölümünde belirtiyor. Daha sonra kitabın zaten bu amaç uğruna yazıldığını dikkate alarak okumaya devam ettim. Kitapta bolca mitolojik terimler, filozoflar ve onlardan alıntılar yer alıyor.
Erasmus itinayla iğneleme yapmadığı kimse kalmaması için uğraşmış, her cümlesinde birilerine dokundurmuş. Hukukçular, din görevlileri, sanatçılar, şairler, kadınlar, erkekler arada ülkeler ve ülkelerin inançları, savaşları, çocukluktan yaşlılığa geçen süreç derken çok konuyu kendi üslubuyla iğnelemiş. Bu iğnelemelere de nasıl bir isim verilir demiş ahmaklığı seçmiş, çeviri yapılırken ahmaklık olmuş delilik...
Yani iğnelemeleri yerinde olan kısımları olmasına ve bazı cümlelerinden etkilenmeme rağmen aşırı sevdiğim bir kitap değildi.
Ön bilgi: Helenistik dönem okumalarımın da sonuna gelmiş bulunmaktayım. Önemli bazı filozof ve eserlerini özellikle okumaya çalıştım. Aralarından birkaç mühim eserini atlamış olabilirim; ancak çok sonraları atladıklarıma dönüp bakmayı düşünerek de artık Orta Çag, Yeni Çağ ve sonrasına geçebiliriz.
Söz konusu filozoflar ise Cicero, Seneca
"... Belki de tam olarak bize zamanı hissettirdiği için bugün sıkıntıyı, hüznü ve melankoliyi dehşetle karşılıyoruz. Zaman acı veriyor, acıları geçirdiği söylense bile kolayca kabul görmüyor. Çünkü zaman kaybın deneyimlenmesidir: Bir kaybı yaşamadan onu hissetmek imkansızdır. Gelgelelim hızlandırılmış toplumlarımızda her kayıp katlanılmaz oluyor. Bunun için çağımızda yaşlılığa duyulan tiksintiye bile bakmak yeterli -gençliğin daha değerli kılınması tam anlamıyla kayıp zaman çılgınlığıyla bağlantılıdır. Zamanın yok olduğu bir toplumda, üstelik bütünüyle insana özgü olan matem acısı bile artık yalnızca kaygı ve korku giderici ya da depresyon giderici bir ilaç tedavisiyle "alt edilir".
-Helene L’Heuillet, Gecikmeye Övgü-Zaman Nereye Gitti? - YKY, syf: 63
Bir ders kapsamında okumuş olduğum bu eseri sizler için inceledim. İnceleme kitabın genel olarak özeti şeklinde yazılmıştır, bilginiz olsun. Keyifli okumalar.
|
Cicero'nun ölümünden bir yıl önce yazmış olduğu bu eserde, Platon'u örnek alarak diyalog şeklinde yazdığı görülmektedir. Cicero yaşlılık üzerine ele aldığı fikirlerini ünlü
Viktoria Çağı bittikten sonra, Modern Çağda; herşey de olduğu gibi edebiyat alanında yeni bir akım başlar. Bu değişimi başlatanlar Virginia Woolf, James Joyce, ve T.S.Eliot gibi yazarlardır...
Amaçları romanlarda gerçekçilik geleneğini yıkmak, onun yerine ruhsal dünyayı, düşünceleri duyguları ön planda tutmaktır.
Virginia Woolf'a göre
Hiciv ve güldürünün en güzel kitabı.
Delilik “gerçek, kutlu bilgelik deliliktir” ve “kendini bilge sanmak yani budalalık gerçek deliliktir” temaları arasında bir insanlık geçidi sunar. Stultitia’nın hedefinde krallar, filozoflar, hatipler, avukatlar, şairler ve yazarlar, kilise ve ilahiyatçılar, azizler, keşişler, hekimler, kumarbazlar, simyacılar, avcılar, Erasmus’un kendisi kısaca yardımcılarının imkanından sınırsızca yararlanan beşeriyet vardır. Bir maymuncuk görevi gören delilik, çocukluktan yaşlılığa, dostluktan aşka ve evliliğe, savaştan siyasete, bilimden edebiyata ve din kurumlarına hayatın her aşamasında kendine yer bulur. Dünyada, her dakika aklın hizmetinde olan ve deliliğin herhangi bir türüne tutulmamış bir kimsenin varlığını sürdürmesi söz konusu olamaz. Böylesi bir gayeyle çalışan bilgeler neşe ve mutluluk kaynağı olan delilikten mahrum kaldıklarından dolayı belli bir süre sonra hayatlarına son verirler.
Erasmus’un savunduğu insancıllık küçümsemeyi kesinlikle reddeder. Yüzyıllar boyunca görmezden gelinen halk kitleleri Deliliğe Övgü’de yeniden değer kazanır. Herhangi bir maskenin ardına sığınmadan sadece doğanın kılavuzluğunda ve güdüsünde yaşayanlar insanların en erdemlilerindendir. Bu kişiler hayatlarını cehenneme çeviren kurallar silsilesinden muaftırlar. Aynı zamanda kendilerine Tanrı katında kutsallık atfedilmiştir.
Deliliğe ÖvgüDesiderius Erasmus · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202111,5bin okunma
Düşünün, yaşlılığa özgü yüz kırışıklıkları ve geçen yılların sayıları dikkate alınmadığında, bir kocamışla bir çocuk kadar bir çocuk kadar birbirine benzeyen iki şey bulunabilir mi? İkisininde saçları beyaz, ağızları dişsizdir ve her ikiside kısacıktır ; süt içmeyi sever, kekelerler. Üstelik gevezeleşir, ahmaklaşır, unutur.
Özetle bütün koşullar bu iki dönem arasında bir benzerlik oluşturmaya yardımcı olur. Herkes yaşlandığı ölçüde çocuklarşır.