Mahmud Erol KILIÇ (Prof. Dr.) İstanbul'da doğdu. Sırasıyla Hırkaişerîf İlkokulu, Vefa Lisesi ve İstanbul Üniversitesi'nde öğrenim gördü. Ayrıca bazı alimlerden klasik tarzda dersler okudu ve bazı sufi üstadların özel derslerine devam ederek kendini geliştirdi. Yani hem mektepli ve hem de alaylı oldu. Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun olduktan sonra bir müddet yurtdışında araştırmalarda bulundu. Lisans sonrası çalışmalarını genel olarak manevî ilimlerde özel olarak da İslam Tasavvufu alanında yoğunlaştırdı. 1988'de asistan olarak göreve başladığı İslam Felsefesi Anabilim dalında "İslam Kaynakları Işığında Hermes ve Hermetik Düşünce" isimli yüksek lisans tezini hazırladı. Türkiye Üniversitelerinde "Tasavvuf Anabilim Dalı"nın kuruluşunun ardından bu anabilim dalında yapılan ilk doktora tezi sayılan "İbn Arabi'de Varlık ve Mertebeleri" isimli tezini savundu. Türkçe ve yabancı dillerde bir çok ansiklopedi ve dergilerde sahasıyla ilgili makaleleri yayınlandı. Tasavvuf düşüncesi merkezli uluslararası konferanslarda tebliğler sundu, radyo ve televizyon programlarına katıldı. Türkiye Yazarlar Birliği 2004 yılında Sufi ve Şiir isimli kitabını inceleme-araştırma dalında yılın kitabı seçti. Marmara Üniversitesi Tasavvuf Anabilim Dalı Sistematik Tasavvuf Bilim Dalı Başkanlığı ve İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi başkanlığı yaptı. Merkezi Tahran'da bulunan İslam Konferansına Üye Ülkeler Parlamentolar Birliği (İKÖPAB) Genel Sekreterliğine seçildi (2008). Bunun yanısıra merkezi Oxford’ta bulunan Muhyiddin Ibn Arabi Societynin şeref üyesi, Islamic Manuscript Association(TIMA)'nın da yönetim kurulu başkanıdır. Evli ve iki çocuk babasıdır. İngilizce, Arapça, Farsça ve Fransızca bilmektedir. Yayınlanmış Eserleri; Sufi ve Şiir- İnsan Yayınları, Evvele Yolculuk- Sufi Kitap, Şeyh-i Ekber- Sufi Kitap, Hermesler Hermesi- Arkeoloji ve Sanat Yayınları, Anadolu'nun Ruhu-Sufi Kitap
....dinin dışında bir ahlak yoktur, mümin için olması gereken Allah'ın ahlakıyla ahlaklanmaktır. Şimdilerde ise ahlak da bir kenara atılıp, etik olarak sunulmaktadır. Özellikle “Radikal Müslümanlık” kisvesi altında İslam ahlakına aykırı olan pek çok davranış etik şemsiyesi altında kendine meşruiyet zemini bulabilmektedir. Hâlbuki söz konusu etik olduğunda, mafyanın da kendince bir etiği vardır ancak bunun İslam ahlakına uygun olmadığı gün gibi aşikârdır.
Aborjinlerle yolculuk eden antropolog kervan birden durunca kendilerine neden durduklarını sormuş. “Çok hızlı gittik ruhumuz arkada kaldı, ruhlarımızı bekliuyoruz“ diye cevap vermişler. Modern insanın ruhu arkada kaldı. Beklememiz lazım.
Sahip olduğun şeyin hakkını veriyor, gerektiği yerlerde kullanıyorsan ve o gönlünde hiçbir zaman yer etmiyor, sadece elde duruyor ve elden ele geçiyor, gönülden geçmiyorsa, sufiler onu "el kârda, gönül yârda" olarak kabul ederler. El işler ama gönül kaymaz. Gönül elden geçen paraya kaydığı noktada ise gönülde sahte tanrı oluşmuş olur ki bu şirktir. Gönül kâbetullahtır, Allah'ın evidir. Ve Allah'ın evi hiçbir şekilde Başkasına kiraya verilemez. Ev O'nun mülkü, temiz tut orayı, temiz tuttuğun zaman oraya gelir; başka şeyler koyarsan oraya gelmez.
Modern hayat, insanı yalnızca dışını süsleyen bir organizmaya indirgedi. Ona, body çalışmaları ile vücudunu güzelleştirmeyi, anti-aging çalışmaları ile yaşlanmaya karşı durmayı öğütledi. Oysa yaşlanmaya karşı olmak demek âdetâ ölüme karşı olmak demekti. Hâlbuki bilgelik anlayışında 1-7, 7-14, 14-21 yaş araları gibi insan hayatında 7’li devreler bulunmaktaydı. Her dönemin, insanın oluşumunda, tekâmülünde ve mâneviyatının ilerlemesinde önemli payı vardır. 40’lı yaşlarından sonra ise bir olgunluk, bir kemâl ve daha üst derece bilgeliğin açılması şeklinde bir anlayış vardı gelenekte. Fakat bu kaybedildi. Ve yaşlılık bir problem ve kurtulunması gereken bir hastalık olarak gösterildi.
Herkese selamün aleyküm,
Aranızdan bir kişiye aşağıda seçmiş olduğu bir eseri hediye etmek istiyorum. Yapmanız gereken tek şey eseri yorumlarda belirtmenizdir. Herkes için hayırlısı olsun şimdiden.
Açıklanma Tarihi: 03.07.2023
Eserler:
1)
Yunus Emre biz de sadece bir şair olarak anılıyor. Bir köy şairi olarak okutuluyor. Yunus Emre bir ilahiyatçıdır. Eserlerini şiirden düz yazı haline çevirin, tamamı bir ilahiyat ilmidir. Bu kadar güzel anlatılabilir mi bakınız:
“Şeriat, tarikat yoldur varana / Hakikat, marifet andan içeru”
Dört kademeli din. Bugün Müslümanlar ilk üçünden mahrum. Ellerinde hakikat, marifet, tarikat yok. Yalnız şeriat var. Şeriatı da ceza hukukuna indirgedik. Birisi yanlış yapsa da kafasını kessek kadara kadar düştü.
Edep-erkân vardı.
Taşa bile tekme atılmaz, eşyaya hürmet duyulurdu.
Dervişler sabah kalktıklarında yastığı öperdi, gece boyunca yükümü çekti diye.
Gelenekte bizim eğitim sistemimiz böyleydi.
Maalesef bunu kaybettik.
Tasavvufi okumalar yapan herkese önerilir. Kitap adını birebir yansıtıyor. Hayata dair her konuya tasavvufi bir bakışla, ananevi bir bakışla yaklaşıyor yazar. Dostluktan aileye; müzikten modaya kerbeladan nevruza birçok konunun satır aralarını okumanızı sağlıyor. Minik denemelerden oluşan kitap muazzam bakış açıları kazandırıyor. Madde ile mana arasında makası açan modernizm ve getirdikleri üzerinde düşünmenizi, gelenekten uzaklaşmanın kaybettirdiklerine dair hezeyanları dile getiriyor. Kısacası okuyunuz ve kütüphanenize kazandırınız.
Önce söz vardı. Primo Verbum. Farklı dillerin ortak görüşüdür bu. Çünkü dil kendi imkânını bu ilk noktada bulmuştur. Nokta diyorum, çünkü bütün çizgiler bir tek noktanın çekirdeğinden sökün eder, dal, budak, çiçek ve meyve verir.
Eğer Allah bir şey yaratmayı murad ettiyse, ona yönelmesi yeterlidir. Bu yöneliş “kün” emri olarak tezahür eder.
"Tasavvuftan Çıkış" diye bir eser basılır mı Türkiye için? Basılmalıdır. Peki, niçin? Ferdi, eşref-i mahlukat olarak gören kalmadığından olabilir mi acaba? Tasavvuftan çıkalı çok oldu kıymetli dostlarım.
Yunus'un, Mevlana'nın ve daha nice mana ehlinin elini bıraktık. Çıldırmamak elde mi?
1940'lardan bu yana irfan pınarlarımızın çoğu yok oldu, neydi o irfan pınarları? Türk'ü Türk yapan o irfan pınarları neydi? Selçuklu ve de Osmanlı mirasından kalan entelektüel birikim..
Bu birikimin içindekilerden biri de Tasavvuftu.
Bazı akl-ı evvellere sorarsanız, ilerlemeye mani olan dini yapılar olarak tarif edecekler. Bunlara sadece gülmek gerekir.
O koca mirası ne uğruna çöpe attık: akılcılık uğruna.. Frenklerin rasyonalite dedikleri şey.
Sonra onu, modernite denilen bir ekosistemin içine attık; ürettiğince tüketen, Tanrı ile irtibatı kesmiş, ilah yerine putlar edinmiş insan çıktı meydana: para, başarı, savaş... obje olmak!
Kısaca nesneleşmiş insan çıktı ortaya!
İşte tasavvuf, bu insan tipine harp ilan eden din felsefesinin adıdır.
Mahmud Erol Kılıç, Tasavvufa Giriş adlı eseri ile neyi kaybettiğimizi gözler önüne seriyor. Okurken bunu fark ediyorsunuz. Bu kitaptan öğrendiğim şeyler şunlar oldu: Tasavvuf'un bir dünya görüşü olabilecek çapta olduğunu gösterdi bana, çünkü varlığın mahiyeti, bilginin mahiyeti ve evrenin mahiyeti hakkında tutarlı bir düşünce sistemi olduğunu gösterdi bana.
Tasavvuf hakkında okuduğum ilk eser olmasına rağmen, hayran olmama yetti. 9/10 veriyorum.
Okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Vesselam.
Tasavvufa GirişMahmud Erol Kılıç · Sufi Kitap Yayınları · 2012234 okunma