On yedisine kadar her şey yolundaydı. Her şeyi yapabilirim duygusu vardı bende. Bütün mümkünlerin kıyısındaydım ben o yaşta. Bağlama çalabilir , ingilizce öğrenebilir , uzak büyük bir şehre tatile gidebilir , sol ayağımla fiyakalı rövaşata bir gol atabilirdim mesela. Ama olmadı işte , hem de hiçbiri olmadı.
Babamı bile dört omuzla götürdüler bir çukura. Ağladım. Gizli gizli.
Aslında, bir başımayken kendi kendime söylediğim sözler de doğruymuş…
Sahi, unuttum.
Neydi adım?
Yalnızlığımı unutmak için daha sesli konuşuyorum...
Nerdeyim?
Bu kaldığım tenhada gürültüler koparan kim?
Bu kaçıncı gece böyle rüyasız geçiyor?
Kendime tanıdığım zaman bitmek üzere...
Gittin.
Biliyorum; gelseydin, sana sus’tuklarımı gene sus’acaktım.
Hem benim uzun bir cümlem yoktu senden önce: ……. ahh!..
Kedimin gözlerine döndü gözlerim.
Aynalarda yüzümü görmem için önce bir başkası olmam gerek.
Hep böyle odaların eşiğinde kalan ben, çokça daldım kendime.
Şimdi kim merak eder ki beni?...
Murat Özyaşar
Sahaf diye çıktık bit pazarı da gezdik :))) acilen Yunanca öğrenmem lazım şu güzelim kitaplardan 1-2 tane de olsa okumak için:)))) Neyse neyse... cümleten iyi akşamlar:)))
Dışarıda kar vardı. Sınıfta yaz!
Anneler büyük harflerle yazılır demişti öğretmen. Annenizin adını, defterinizin en baş sayfasının en baş satırına yazınız demişti sonra.
Öğretilen en büyük harflerle yazmıştım: GÜVERCİN.
Nasıl oldu da oldu. En arka sıradan değil de en ön sıradan: Bir parmak, havada!
– Örtmenim, örtmenim onun annesinin adı güvercin değil, KEVOK’tur.
Öğretmenler günü olarak kutladığımız bu günde tüm meslektaşlarımın ve edebiyat dünyasında eserler vermiş ya da hala bu camiada bu kadar niteliksiz eserler içinde edebi eserler vermeye çalışan tanınmış tanınmamış bütün yazar öğretmenlerimizin