keza at üzerine olan türk lügatı çok zengindir. bugün izleri var ama bunları tamamen bilmiyoruz. atların renklerine, yaşlarına, cinsiyetlerine göre farklı isimler var. öyle ki teferruata girildiği zaman bu isimlendirme binleri buluyor. araplar hiçbir zaman "on dört yaşındaki boz renkli dişi deve" demezler; onun kısa bir adı vardır. çünkü çölde güdülürken o deve öyle çağırılır. at ve deve üzerine bu zengin lügat, bir yandan da militer bir hareket tarzını getiriyor; örgütlenme ve çabuk hareket kabiliyeti. bunun yanında bir de silah ve demir işçiliği var. demir; uygarlaşmış, felsefe üreten bir milletin işi değil. avrupa tarihinde kuzey avrupa'nın barbarları için "holstein kültürü" denilen bir devre var; bu kavimler daha okuma yazma bilmedikleri zamanlarda demir işliyorlardı. demir işi çok büyük şehir merkezleri kurmayı gerektirmiyor. anadolu'ya da demiri getiren hititlilerdir. naşili dediğimiz bu kavim, muhtemelen güney ukrayna'dan anadolu'daki hattilere saldırdı, demir ve silah da onlarla birlikte geldi.sonrasında hükmettikleri yerin adını aldılar, kendilerine "hatti" denildi. en önemli unsur da devlet mekanizması... bizim göktürk kağanlığı ve türgişler var. bunlar birer devlet; dış ilişkileri var, vergi toplamayı, ganimet paylaştırmayı biliyorlar
Sayfa 36 - timaş yayınları, 3. basımKitabı okuyor
"Cumhuriyet beni eğitti , öğretmen yaptı."
“Dikenlerin arasından çıkıp gelmiş bir yazarım ben. Yüzyıllarca karanlıkta bırakılmış köylerin birinden, Akçaköy’denim. Ailem yoksuldu. Kır bayır kırk iki dönüm toprağımız vardı. Birkaç yerde anlattım, anam babam okuma yazma bilmiyordu. Köyümüze geçten geç açılan ilkokul yalnızca üç sınıflıydı. Evimizde bir tek kitap yoktu. Cumhuriyet beni götürdü, açtığı Köy Enstitüsünde eğitti, öğretmen yaptı; elime kalem verdi yurdun yazarları arasına kattı. Şimdi düşünüyorum, yokluktan geliyorum.”
Sayfa 17 - Evrensel Basım Yayın 1. Baskı 2000Kitabı okuyor
Reklam
bütün yayımcıların yüzde doksanının başlıca niteliği başarısızlıktır.bir yazar olarak hepsi başarısızlığa uğramışlardır.onların masalarının başında oturmayı, satışlarına ve dergi sahiplerine köle olmayı,yazma mutluluğuna yeğ tuttuklarını sanma.hepsi yazmaya çalışmış ama başaramamıştır.işte işin paradoksal yönü de burada.edebiyatta başarıya giden merdivenin her basamağı, edebiyatın başarısız yaratıkları,bu polis köpeklerince korunur.yayımcılar ,yayımcı yardımcıları , bunların çoğu,sonra gazete ve dergilerin düzeltmenleri, bunların hemen hemen hepsi , yazı yazmayı denemiş ama becerememiş insanlardır.ama yine de yeryüzündeki bütün yaratıkların içinde bu iş için en uygunsuzu olan onlar neyin yayınlanıp neyin yayınlanmayacağına karar verirler.hiçbir yenilik getiremeyeceklerini, içlerinde o tanrısal ateşin yanmadığını kanıtlayan bu insanlar yenilikleri ve dehaları yargılarlar.onların ardından daha kalabalık bir başarısız kimseler güruhu olan redaktörler gelir.bana onların şiir ya da öykü yazmaya kalkışmadıklarını , böyle bir şeyi akıllarından bile geçirmediklerini söyleme.çünkü hepsi bu işi denediler ve başaramadılar.ama sen benim redaktörlere ve eleştirmenlere ilişkin fikirlerimi bilirsin.büyük eleştirmenler vardır ama bunlar kuyruklu yıldızlar kadar enderdir.eğer bir yazar olarak başarısızlığa uğrarsam o zaman yayımcılık yapmaya hak kazanırım.ne olursa olsun öyle de geçinip gideriz.
... "Okuma yazma bilmem, ama harfleri tanırım, harflerimi tanıdığım için gördüğüm yazıyı anlarım. İnsan yüzleri benim için yazı gibidir." ...
Soru - Yazmak için günün hangi bölümünü (gece-gündüz) yada saatlerini seçersiniz? Cevap - Geceleri, hem de sabaha karşı, özellikle de ay çıktığı geceleri seçerim. Çünkü, ölü gecenin bu saatlerinde içinde canavarlar uyanır. Beni bu durumda birden görenlerin söylediğine göre, yüzümün biçimi bile değişir, ellerim pençeleşirmiş... Gündüz insan, gece canavar yani... Hangi Türk yazan, yazı yazma zamanını seçme hakkına sahiptir ki? Gece, gündüz, hangi saat olursa olsun, bir olanak bulunca yazmaya çalışırım.
Nesin yayınlarıKitabı okuyor
Soru - Yazar, elverişli yazma ortamını kendisi mi hazırlar, yoksa bu ortamın doğmasını mı bekler? Cevap - Elverişli yazma ortamı ne demek? Hayatımda hiç böyle bir ortam görmedim, nasıl olduğunu da bilmem. Yazılarımın pek çoğunu cezaevi koğuşlarında, cezaevi hücrelerinde yazdım, acaba buraları elverişli ortam mı sayılır? Eğer öyleyse bu ortamları ben hazırlamadım. Bu elverişli ortamın doğmasını beklemeye kalkarsak, hohooo, biz değil bizden sonrakiler de daha çok beklerler.
Nesin yayınlarıKitabı okuyor
Reklam
Paramparçayım...
Öyle parçalandım ki ömrümde Sevgiyle öfke arasında, Sevgimi öfke vurdu Öfkemi sevgi kaçırdı İçim parçalandı arada
Sayfa 116 - PDFKitabı okudu
" Türkçe yazma ve ifade, düşünme yetisinin aracıdır, aydın olmanın şartıdır. Ne yazık ki, son otuz yılın eğitim politikaları doğal olarak aydın sayılmaları gereken üniversite düzeyine gelmiş insanların çoğunluğuna anadil eğitimi bile verememektedir. Sürekli değişen ve sonunda test esasına bağlanan sınav sistemleri de, Türk insanının yazarlığına darbe vuran etkenlerden biridir. "
Okuma yazma bilmez cahil bir köylüyü uşak tutup kendine, günün birinde vurdu kapıyı, düştü yola Don Quijote, düşmanlarıyla savaşmaya. Yüz elli yıl geçti aradan, Toby Shandy koca bir savaş meydanına çevirdi bahçesini, sabah akşam savaşçı gençliğinin hatıralarına sığındı, ve yanından bir an olsun ayrılmadı sadık uşağı Trim. Trim topallıyordu yürürken tıpkı Jacques gibi, Jacques da Trim'den on yıl sonra, efendisini güldürüp eğlendirdi yol boyunca. Jacques da, yüz elli yıl sonra, efendisi teğmen Lukaç'ı eğlendiren ve korkutan, Avusturya-Macaristan ordusunun askeri Jozef Şvayk gibi geveze ve inatçıydı. Otuz yıl geçmişti Şvayk'ın ardından, bir de bakmışlardı ki efendisiyle uşağı Beckett'in Oyun Sonu'nun, bir başlarına kalıvermişlerdi dünyanın bomboş sahnesinde. Bitmişti yolculuk. Uşak ile efendisi bütün modern Batı tarihini baştan sona arşınladılar. Prag'da, o büyük elvedanın şehrinde, giderek uzaklaşan kahkahaları kulaklarımdaydı. Hani vurulur ya insan dokunsan kırılacak şeylere, fani şeylere, zincire vurulmuş şeylere, ben de öyle vurulmuştum o kahkahalara, aşkla, sızıyla.
Sayfa 19 - Bir varyasyona girişKitabı okudu
Okuma yazma bilmeyen birinin meydan okuması.
Reklam
"Evet şimdi mikrofonlarımız Ahmet Paşa Tiyatrosu'nda okuma yazma öğrenmeden ilk piyesini yazdığı rivayet ediliyorsa da elimize geçen ilk eser de Mendelssohn'un Fingal Mağarası uvertürünü calacaklar .kalp ağrınıza karşı kalpazan diş kremlerini tercih ediniz:)"
Somerset Maugham'ın bir sözünü hatırlatıyorum: "Yazmak bir alışkanlıktır. Alışması kolay, bırakması zordur."
Acaba yazı niçin bazı toplumlarda ortaya çıktı ve bazı toplumlara yayıldı da birçoklarına ulaşmadı? 1)İlk yazı biçimleri tam anlamıyla bitmiş ve açıklık kazanmış durumda değildi veya karmaşıktı, ya da bunların üçü de söz ko- nusuydu. Örneğin, en eski Sümer çiviyazısıyla normal düzyazı yazma olanağı yoktu, telgrafsı bir stenoydu, adlar, sayılar, ölçü birimleri, sayıları verilen nesnelerin adları ve birkaç sıfat gibi sınırlı bir sözcük dağarı vardı. 2) Bununla ilişkili bir başka engel de bu ilk yazıları öğrenip kullanan insan sayısının az olmasıydı. Yazı yazmayı ancak kralın ya da tapınağın hizmetinde çalışan uzman yazıcılar bilirdi.
1. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti'nin topraklarının üçte birine yakını tahrip olmuş ve Anadolu'da ve Trakya'da yaşayan yaklaşık on iki milyonluk nüfusunun önemli bir bölümünü kadın, çocuk, yaşlı ve savaş malulleri oluşuyordu. Kişi başına düşen milli gelir 108 Türk lirası idi. Gayri safi milli hasılanın, %67'sini tarımsal gelirler, %23'ünü hizmet sektörü gelirleri ve %10'unu ise sanayi sektörü gelirleri oluşturuyordu. Toplam nüfusun %82'si köylerde yaşıyor, halkın %90'ı okuma-yazma bilmiyor ve %80'ninden fazlası geçimini tarıma dayalı faaliyetler ile sürdürüyordu. Ülkede, sermaye birikimi, altyapı, yetişmiş işgücü elemanı ve iş deneyimine sahip olan girişimci bir kesim bulunmadığı gibi; yol ve yön gösterecek, düzenli çalışan bir bürokrasi sistemi de mevcut değildi
Sayfa 19 - ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ BAŞKANLIĞI YAYINLARIKitabı okuyor
Biliyor musun, ilk mektuplarımda "Bana böyle şeyler yazma, sonra sana deli gibi âşık olurum," demiştim, oldum işte... Sana bugün çılgın gibi âşığım.