Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
sen pencerenin önünde durduğunda
Sen pencerenin önünde durduğunda, güçlü kürekkemiklerinden ne bahçe kapısı görünürdü, ne deniz, ne de balıkçı tekneleri. Gölgenle dolar taşardı ev, sen öyle başmelek gibi boylu, akşam yıldızının parıltısı kıvılcımlar saçarken kulağının dibinde. Bütün dünyaya açılan bir kapıydı penceremiz, cennete yönelen bir yolun başlangıcı, sevgili ışığım, bütün yıldızların çiçek açtığı. Sen gözlerini batan günün parıltısına dikmiş dururken kendi odan olan bir gemiye yön veren bir dümenci gibiydin. Akşamın ılık mavi alacakaranlığında demir alıp birden dinginliğine götürdün beni samanyolunun. Ama şimdi bu gemi batıp sulara gömüldü, dümeni kırıldı, ve ben sürüklenip duruyorum denizin dibinde tek başıma.
Sayfa 21 - ♡Can
"Ayrı düşen âşıklar, yokluğu kendi gerçeğine sahip binlerce hayalle avuturlar. Görüşmeleri engellenir, birbirlerine yazamazlar, haberleşmek için binlerce gizemli yöntem üretirler. Birbirlerine kuşların örüşlerini, çiçeklerin kokulann çocuklarım gülüşlerini, güneşin ışınlarını, rüzgarın iç çekişlerini, yıldızların parıltısı, tüm evreni gönderirler. Ama neden olmasın? Tanrı'nın tüm eserleri aşka hizmet etmek için yaratılmıştır. Aşk tüm doğayı iletileriyle dolduracak kadar güçlüdür."
Sayfa 238 - 2.CiltKitabı okudu
Reklam
Karanlıkta
Ay ışığı, yıldızların ışığı, gece parıltısı, sokak lambaları ve gezegenler arası tozun geri saçtığı güneş ışığı vardı, ama insanlar bunlara rağmen hayatlarının yarısını koyu gölgeler içinde geçiriyordu.
Sayfa 125Kitabı okudu
Yıldızların parıltısı güneşin ışığından nasıl kaçarsa bunlar da yeni günün izlenimlerinden öyle kaçarlar.
• Bugün sevgiliyi gördüm, her işe, her güce tat veren, yapmasını kolaylaştıran o güzeli gördüm. 0, o kadar güzel, o kadar nürluydu ki adeta Mustafa (s.a.v.)'in rühu gibi göklere yükseliyordu. "Fussilet Suresi'nin 41/11. ayetine işaret var: "Sonra duman halinde bulunan göğe yükseldi ve ona, yeryüzüne 'İsteyerek varlığa gelin!' dedi. 'lsteyerek geldik.' dediler." • Güneş, Hz. Mustafa'nın yüzünü gördü de utandı. Gök de gönül gibi yarıl-mıştı, parçalanmıştı. Suyun ve kara toprağın üstüne onun parıltısı vurmuştu da, bu yüzden su ile toprak, ateşten de daha fazla parlamıştı. • "Göklere çıkmak istiyorum, lütfen bana merdiveni gösteriniz!" diye niyazda bulundum. Buyurdu ki: "Senin başın merdivendir. Başını ayak altına al, başına bas da yüksel! Ayağını başının üstıine koymak demek, aklını ayak altına alıp, gönül yolu ile, aşk yolu ile Hakk'a yönelmektir. Mevlana bir Mesnevî beytinde; "Mademki gökyüzünün damlanna çıktın, oralarda geziyorsun, artık merdiven aramak mana-sızdır, soğuktur." diye buyurur Mevlana. Dîvan-ı başka bir beytinde de; "Göklerin yolu, Içtedir, gönüldedir, sen aşk kanadını aç, aşk kanadı kuvvetli olursa merdiven arama derdi kalmaz." diye buyurur. • Ayağını başının üstüne koyunca yıldızların üstüne ayak basarsın, nefsanî ar-zularını, şehveti yendiğin zaman havada yürürsün; haydi adımını at, ayağını havanın üstüne koy da yüksel!.. • Şehvetini ayak altına aldığın, nefsanî isteklerini yendiğin zaman göklerde havalarda sana yüzlerce yol belirir ve sen seher vaktinde yapılan dua gibi göklere yükselirsin."
Müzisyen yaradılışlı insan için her şey müziktir. Titreşen, kımıldayan, bir nabız gibi atan her şey. Güneşli yaz günleri, rüzgârların ıslık çaldığı geceler, akan ışıklar, yıldızların parıltısı, kuşların şarkısı, böcek vızıltıları, ağaçlardaki hışırtılar, sevilen ya da nefret edilen sesler, evin alışılmış gürültüleri, kapının gıcırtısı, gecenin sessizliği içinde nabız atışları, var olan her şey müziktir, onu dinlemekten başka yapacak bir şey yok müzisyen yaratılışlı biri için.
Sayfa 95 - yapı kredi
Reklam
Parlak yıldızların çokça biriktikleri gök parçasını yansıtan suların üzerinde hafif ay ışığını andırır bir yıldız parıltısı oluşarak, daha ilerisi denizin (yüreği çarparak sevdiğinin dudaklarından öpen âşık gibi) çırpına çırpına sevdalı bir biçimde ufuklara dokunan küçücük dalgaların mavi karaltılar içinde kalışını, kıyıdaki bir yalının balkonundaki koltukta sigarasını içerek seyreden Celâl Bey, o saatte Paris’te öğrenimi sırasında geçirdiği beş altı yıllık süreyi ve hiç bir kederle zehirlenmemiş yirmi üç yıllık hayatının neşeli anılarını, yine Paris’te iken bulunduğu uygarlık kaynaşmasının kimi gizli köşelerinde bir güzel gülümsemeyi, bir tatlı bakışı, yüreği duygulardan boşanmış olarak düşünüyor ve bunların hepsinin, önündeki denizden, esrarlı aynalardan dalgalana dalgalana geçtiğini seyrediyordu.
Gökyüzü parlıyordu. Yıldızların parıltısı yanında karanlıktı; ama yine de parlıyordu, sanki arkasındaki ürpertici ışığı saklayan ipek bir perde gibi ve yıldızlar da bu ışığın sızmasını sağlayan delik ve kesiklerdi. Gökyüzünü hiç o geceki gibi parlak, çelik mavisi gibi sert ve yine de ışıl ışıl akışkan, coşkulu görmemiştim.
Ya geceleri? Ayın ve yıldızların ışığı yeter miydi kırık kalplerin acısını örtmeye. Geceleri dürüsttü işte. Şarkılar gibi duyguları yansıtmaktan çekinmiyordu ölümcül bir zehirdi âdeta.
Bana ise titrek ışıklar, yıldızların yumuşak parıltısı, bir piyanonun uzaklardan gelen ve güzel kokularla dolu dingin havada yitip giden ezgileri gerekli…
Sayfa 102 - sentezKitabı okudu
97 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.