Seyit Kutub’un Hazreti Osman efendimiz hakkındaki akıl almaz iftiraları ile zekât konusundaki İslam’a zıt, sosyalizm benzeri sözlerini iki yazımda kaleme almıştım. Pek çok okuyucum Seyit Kutub’u böyle bilmediklerini ifade ederek başka hatalarının olup olmadığı konusunda sorular sordular. Bu itibarla kendisi hakkında bir yazı daha almaya karar
Ağırbaşlı olarak evlerinizde oturun, önceki cahiliye döneminde olduğu gibi dışarıya süslenip püsleyip çıkmayın. Namaz kılın, zekât verin, Allah’a ve rasulüne itaat edin.
Kumaş dükkanında bir Veli Allah teala ile beraber olmak için insanlardan kaçmıyor Bilakis insanlarla birlikte olmanın onunla birlikte olmaya engel olmayacağını gösteriyor.
bizde Halvet bizde uzlet yoktur bizde halk için de hak ile birlikte olmak vardır halimizin şahidi ise şu ayeti kerimedir kendilerine ne ticaretin ne de alışverişin Allah'ı anmaktan zekat vermekten alıkoymadığı adamlar.
Rasûlullah ﷺ şöyle buyurdu:
“İslam’da iyi bir çığır açana bunun sevabı verilir. O çığırda yürüyenlerin sevabından da kendisine pay verilir. Bunun yanında onların sevabından bir şey eksilmez.” (Müslim, Zekât 69)
"BEN İLMİN ŞEHRİYİM, ALİ DE ONUN KAPISIDIR."(1)
Nur Risaleleri'nde "Keramet-i Aleviye" diye sunulan bu büyük iddiaların temel dayanağı, işte bu hadistir. Bu hadisin Nur Risaleleri'ninde zikredilmesinin sebebi, müellifinin gizli ilimlerin Hz. Ali'ye verildiğine inanması ve bundan kendisi ve risaleleri lehine
İslam beş temel esas üzerine kurulmuştur: Bunlar Allah'tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed'in onun elçisi olduğuna inanmak, namaz kılmak, zekat vermek, hacca gitmek ve oruç tutmaktır.
Kamusal alan adı altında, sadece evlere hapsedilmek istenilen yaşam biçimleri, zorunlu olarak öğrencileri kendine farklı varoluş zeminleri açmaya itmektedir.
İslam'ın hayatın tümünü kuşatan öğeler taşımasına rağmen, boca edilen bireysellik, dini tercihlerde de farklı biçimlerde etkili olmuştur. Bu çerçevede namaz, oruç, zekat gibi birçok ibadet toplumsal boyutları dışta tutularak yerine getirilmektedir.
Peygamber Efendimiz bir defasında Hz. Ömer’e, asıl hazinenin altın ve gümüşte aranmaması gerektiğini anlatan şu sözleri söylemiştir: “(Ey Ömer!) Bir kişi için olabilecek en kıymetli hazinenin ne olduğunu sana söyleyeyim mi? O, saliha/iyi kadındır. Kocası ona baktığı zaman içini sevinç kaplar, kocası ondan bir şey yapmasını istediğinde yapar, kocası yanında olmadığı zaman (onun haklarını ve saygınlığını) korur.”{Ebû Dâvûd, Zekât, 32}
Mali bir yükümlülük olan zekât, kişinin dünya malına karşı dengeli bir duruş içinde olmasını sağlar. Toplumsal boyutları açısından değerlendirildiğinde, kardeşlik ve paylaşma duygularını geliştirir. Zekâtını veren zengin, servetini mü’min kardeşiyle paylaşmanın hazzını, güzelliğini yaşar. Bilir ki verdiği zekât hem bu dünyada arınması hem de ahirette ecir kazanması için Hz. Peygamberin deyişiyle “delil” olacaktır (İbn Mâce, Tahâret, 5). Yine Sevgili Peygamberimizin müjdelediğine göre, “Sadaka/zekât vermek, suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları yok eder.” (Tirmizî, Cum’a, 79). İhtiyaç sahiplerinin bu paydan yararlandıkları sırada yaşadıkları sevinç ve memnuniyet, verenin gönlünde huzura ve genişliğe dönüşür. Böylece zekâtın tam olarak verildiği yerlerde denge ve sükûnet egemen olur. Yoksul, zengin kardeşinin malına kem gözle bakmak şöyle dursun, kendisi de yararlandığı için o malı kendi gözü, kendi malı gibi korur, kollar. Böyle bir ortamda, hırsızlık, kapkaç ve gasp gibi mali suçlar azalır, zamanla yok olur.