Hayallerin de bir tarihi olduğunu öğrenmiştim, gerçeğin hayallerin ayak izlerini takip ettiğini... Öğrenmiştim ki bir ülkenin geleceği politikacıların sözlerinde değil, çocuklarının hayallerindedir.
Sevgili hocam Sabahattin Eyüpoğlu ile Troilos ve Kressida'yı sonra da Moby Dick'i çevirirken birbirimize girerdik. İlk çeviri sırasında Sabahattin "bırakmıyorsun ki senin şu sevgili Shakespeare'ni daha güzel yapayım." derdi, bense daha güzel olmasına gerek yok diye direnirdim. Sabahattin "çeviri kadın gibidir; ya serbest ve güzel olur ya da sadık ve çirkin derdi.
Yeryüzünde kardeşliğe inanıyordum, huzur ve barış içinde yaşamaya inanıyordum, toplumsal adalete inanıyordum. Ve her şeyden çok insanlığa ve insanların yaratıcı gücüne inanıyordum. Kendisi bir din adamı olan Jonathan Swift "Ancak birbirimizden nefret edecek kadar dindarız, birbirimizi sevecek kadar dindar değiliz demişti. .
Karanlık bir odada camın üzerinde bir resmin görünmesi gibi insanın içindeki o hoş ve ve gizli olan şeyler de gündelik yaşamın koşturması içinde, aydınlıkta boğulup ölüyor...
Paşa, biliyorsunuz ki ben her şeyden önce bir insanım; kendisini İslam felsefesine
vakfetmiş bir Müslümanım. İnsanların bütün hareketlerinde hem Allah'ın hem de şahsın hissesinin olduğuna inanılır. Ama hakikatte insanın rolü yoktur, çünkü insan büyük iradeyi değiştirecek güce sahip değildir. Herşey alnımıza yazılmıştır ve Allah tarafından hazırlanmış bir plan gibi kendi yolumuzu takip ederiz bizler iyiyi veya kötüyü oynayan oyuncularız. Ben de bunun hüzünlü ama açık bir örneğiyim
Bildiğiniz gibi savaş sırasında Almanya seyahatine çıktığımda Mustafa Kemal Paşa ve Miralay Naci Bey benim yaverlerimdi. Mustafa Kemal Paşa'yı İlk defa o zaman tanımıştım. Çok büyük bir zekaya sahipti. Nitekim daha sonra onun bu zekasını değerlendirmeye çalıştım.. asıl alâkamı çeken tarafı, daha yükseklere çıkma tutkusu ve Enver paşa'ya karşı duyduğu sınırsız nefretti...