Allah Teâlâ, zâlimlerin, inkârcıların söyledikleri şeylerden yüce ve münezzehtir. Allah Teâlâ halili İbrâhim (a.s.)'in, babasına huccet getirişini hikâye ederek şsöyle buyurur: "Ey babacığım! Niçin işitmeyen, görmeyen, sana biçbir fayda vermeyen şeylere tapryorsun." (Meryem, 42) Eğer İbrâhim'in tanrısı da bu vasıfta ve seviyede olsaydı, babası Azer ona, "Senin ilâhin da böyledir, nasıl olur da benimkini inkâr ediyorsun?" derdi. Fakat Azer, müşrik olmakla beraber Allah'ı Cehmiyye'den daha iyi tanıyordu. Aynı şekilde Kureyş kâfirleri de müşrik olmakla beraber Allah'ın sıfatlarını ve yaratıklardan üstün oluşunu kabul ediyorlardı. Yine Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: "Musâ kavmi, Musâ gittikten sonra süs eşyalarından böğürerek ses çıkaran mücessem bir buzağı heykeli yaptılar, onu tanrı edindiler. Sanki onlar o buzağının kendileriyle konusup onları doğru yola iletmeyeceğini bilmiyorlar mı? Fakat o buzağı beykelini ilâh edindiler ve zâlim oldular.' (A'râf, 148) Eğer mahlûkātın ilâhı da böyle olsaydı, onlarin bu konuda inkârlarına ve ilâhlarının bu şekilde bâtıl olduğuna istidlâle gerek kalmazdı.
insan asla hiçbir şeyi anlatmamalı, bilgi de vermemeli, hikâyede aktarmamalı, hiç var olmamış, yeryüzüne ayak basmamış, dünyayı dolaşmamış ya da dünyadan geçmiş ama tek gözü kör, kararsız unutuşa gömülerek yarı yarıya kurtulmuş varlıkları da insanlara hatırlatmamalı. Anlatmak hemen her zaman bir armağandır, anlatılan hikâye zehir taşısa ve saçsa bile; aynı zamanda bir bağdır, güven duymaktır; er veya ihanete uğramayan güven ise nadirdir; dolanıp düğümlenmeyen, sonunda sıktığı için bıçak ya da jiletle kesilmesi gereken bağ da nadirdir.
Bir filozofu önce kendi hayatında, kendi alanında, kendi ilgi ve kaygılarında ve kendi gerekçelerinde anlamak, onu doğru bir biçimde anlamaya çalışmanın ilk adımını teşkil eder. Haklı olarak işaret edilmiş olduğu üzere anlamak, sevmektir. Anladığımız bir şeyi daha kolayca sevebiliriz. Ancak öte yandan bunun tersi de aynı ölçüde doğru gibi görünmektedir: Bir filozofu doğru olarak anlamak için de onu belli bir ölçüde sevmek gerekir. İşte bu konuda da filozofun hayatı, kişiliği, içinde yaşadığı dünya, ilgileri, kaygıları hakkında sahip olabileceğimiz bilgiler bize yararlı olabilir. Ayrıca bu bilgiler felsefe tarihini soyut ve kuru bir düşünceler tarihi olmaktan kurtarıp ona biraz sıcaklık katabilir ve dinlendirici olabilir. Batı dillerinde tarih sözcüğünün (histoire) iki anlamından birinin, yani "tarih" anlamının, diğeriyle, yani "hikaye" anlamındaki tarihle ilişkisinin ortadan kaldırılması gereken saçma bir karışıklık olduğu düşüncesinde değiliz.
Gazeteler, haberler bize falanca idarenin yalandan muarızlarını, millet menfaati, milli huzur ve milli güvenlik gibi isimler altında nasıl tepelediğini, falan milletin tarih boyunca silah zoruyla alamadığı toprakları nasıl işgal ettiklerini haber veriyor. Bu idare, bu gazete ve haberler bize zayıfla kuvvetli, hakimle kölelerin trajedilerini hikaye etmektedirler.
Bu dünya akla hayale gelmedik facialara, şeytanliklara, anarşizme ve korsanlığa sahne olmak için mi yaratılmıştır. Zalimler ve mazlumlar, yaptıklarının hesabını vermeyecek mi? Böyle bir dünya gerçekten eksik olduğunu ilan etmektedir. Ve bu noksanlığın tamamlanması gerekir.
"Hadisin rivayetlerinde var ki: Cenâb-ı Hak nefse demiş ki: "Ben neyim, sen nesin?" Nefis demiş: "Ben benim, sen sensin" Azab vermiş, cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: "ENE ENE; ENTE ENTE". Hangi nevi azabı vermiş, enâniyetten vazgeçmemiş. Sonra açlık ile azab vermiş. Yani aç bırakmış. Yine sormuş:
Memura varmadı fakir olduğu için
Müteahhidi çocuklu diye istemedi
Kasabın mesleğini
Doktorun yürüyüşünü beğenmedi
Derken... Yaşlandı yavaş yavaş
Kapandı her kapı
Malum hikaye
Üzümün çöpü var, armudun sapı
Çok eski bir yerimdeyim, çürüyen bir yerimden geliyorum
Öldüklerimi sayıyorum, yeniden doğduklarımı
Anlıyorum, ama yepyeni anlıyorum baktığımı
Evlerde, köşebaşlarında değişmek diyorlar buna
Değişmek
Biri mi öldü, biri mi sevindi, değişmek koyuyorlar adım
Bana kızıyorlar sonra, ansızın bana
Kimi ellerini sürüyor, kimi gözlerini kapıyor yaşadıklarıma
Oysa ben düz insan, bazı insan, karanlık insan
Ve geçilmiyor ki benim
Duvarlar, evler, sokaklar gibi yapılmışlığımdan.
Bilmezler, kızmıyorum, bunu onlardan anlıyorum biraz
Erimek, bir olmak ve unutulmak içindeki onlardan
Ya da bir başkaca şey: ben kendimi ayırıyorum
O yapayalnız olmaktaki kendimi
Böyleyken akıp gidiyorum bir nehir gerçeği gibi
Sanki ben upuzun bir hikaye
En okunmadık yerlerimle
Yok artık sıkılıyorum.
Sıcak boğucu ... Yel esmiyor, ufacık bir fisilti bile yok. Atın
üstünde Osmanın bacakları ağrıdı. Tutmaz oldu. Neredeyse
düşecek. .. Gözü dört bir yanı görmüyor. Osman atı sürmüyor,
at kendisi gidip geliyor.
Derken öğle paydosu. Sıcağın altında yemek... Kan gibi
ılık su. Zeynebin tüm yalvarıp yakarmalarına karşın Osman
ağzına bir lokma ekmek bile koymadı. Boyuna su içti ...
Zeynep akıl etti de başına bir kova su döktü. Çocuk ondan sonra artık kendisine gelebildL
1
1940'ların başında Murray Burnett ile Jean Alison'un yazdıkları Everybody Comes to Rick's adında bir oyun vardı. Oyun olmayacak durumlar ve kötü diyaloglarla dolu olduğundan, Julius ve Philip Epstein ile Howard Koch tarafından filme alınmamış olsaydı çoktan edebiyatın çöplüğüne atılmış olurdu.
Filmin yapımı da çok karışıktı. Senaryo sürekli değişiyordu ve yönetmen bir an sonra hikayenin ne yöne gideceğini bilmiyordu. Başrolde Ronald Reagan'la Ann Sheridan oynayacaksa da, son anda o da değişmiş, Ingrid Bergman, Paul Henreid ve Humphrey Bogart oynamışlardı.
Sonuçta film -Kazablanka- üç Oscar ödülü almanın dışında tüm zamanların Amerikan klasiklerinin biri olmuştur. Bu nasıl başarılmıştır?
Tüm karmaşaya karşın yazarlar işlerliği olan bir hikaye yaratabilmişlerdi. Hikaye aşk hakkındadır ama daha da önemlisi daha yüksek düzeye çıkan, aşk için fedakarlığı öne çıkaran bir hikayeye dönüşmüştür. Fedakârlık, High Noon'da Amy Kane'in yaptığından farksızdır. Ama, High Noon bu güç kararları veren karakterleri incelemezken, Kazablanka bunu yapmaktadır.
Bir kurgu olarak fedakarlığın temeli karakterdir; fedakarlık eylemi karakterin bir görüntüsü olduğundan onun yanında daha önemsizdir. Kazablanka dört kişi ve aralarındaki dinamikler hakkındadır. Kişileri saran olaylar karakterlerinin yansımasıdır ve sonunda Rick Blaine fedakarlığını yapınca, daha önce olan şey onun fedakarlığı ile biçimlenmektedir.