Hz. Ebu Bekir diyor ki: "Ya Resûlullah! Eğer ben ölürsem sadece babam Ebû Kuhafe'nin evi ağlar. Ama Sen ölürsen, sana bir şey olursa, bu ümmet ağlar, bu din ağlar, varlık aleminin tamamı ağlar. Sen değil, ben senin yolunda ölmeliyim."
"Uçabilsen ne yapardın?" diye sordu.
(...)
"Gitmeye korkardım," diye yazdım.
"Düşmekten mi korkardın?" diye sordu.
"Hayır. Çok iyi hissettirmesinden ve sonra uçup gitmekten."
Allah için ağlamalar da gözyaşı da keder de farklıydı. O yaşlar dinlendirirken dünyaya akıtılan yaşlar yoruyordu. Gözyaşlarının içeriği olduğunu ilk kez fark ettim. Gözyaşını niyete göre yaratan Allah'a şükre durdum.
İyi ama keşfetmenin doğasında yok muydu bu? Hiçbir kriz tahmin edilemez, her yeni sorun kendi çözümünü gerektirirdi. Bütün zaferler fedakarlıklar üzerine kuruluydu.
Dünyaya baktığımda,o inanılmaz güzelliğini gördüğümde, aşağıda yaşayan insanları teker teker sarsıp kendilerine getirmek istiyorum. Uzayın içindeki soğuk, kapkaranlık dünyamızın ne kadar küçük, narin ve yalnız olduğunu herkes görebilse keşke. Belki ona daha iyi bakarlardı.
Hayat olduğu gibi kabul etmeli ve ona ne bir şey ilave etmeli, ne de ondan bir şey eksiltmeli... Bazı şeyler vardır canımızı sıkar; "Bu neden böyle? Böyle şeyleri dünyadan kaldırmalı!" deriz. Bazı şeyler de mevcut değildir. İçimizden, bunların olmasını ister, hatta bu uğur da çalışırız. İkisi de saçma ve faydasızdır. İnsan dediğin mahluk hiçbir şey değiştiremez. Bunun için, gönlünün rahat olmasını istersen, gördüğün fenalıkların bile bir hikmeti olduğunu düşün ve yeryüzünde olmayan iyilikleri oraya getirmek sevdasına kapılma...