Hepsini, hepsini görüyorum her gün. Hepsi geçip gidiyor yanıbaşımdan. Bütün bir yaşam o dışardaki. Geçip gidiyor. Ya da ben geçip gidiyorum. Birbirimize değmiyoruz.
duvar
"dikkat! boyalıdır, dokunmayın"
böyle diyordu ilk duvar
rengimi seçtim alkımlardan
ömrümce kurumam daha
kirletmeyin bedeninizi
bulaşmayın bana
"her insan melezdir"
demiş ve susmuştu ikinci duvar
takati de yoktu ikinci bir söze
oysa sükut kabulden sayılırdı
nice isyan çağırırken yağız ruhunu
"açlıktan dilimi yuttum."
kahramanlarından habersiz biten bir öykünün
trajedisi söyletti üçüncü duvara bu sözü
ıhlamur kokan bir sonbahar günüydü
hasılıkelam üç duvar kardeştiler
ve bir oda olmaya güçleri yetmiyordu
Şikayet edecek değilim az yaşadığımdan,
Çınarlar bile çürüyor, çınarlar.
Gerçi ardımızda bir tatlı dünya,
Ve muhteşem mısralar bıraktık.
Fakat hiçbir şeye yanmıyorum, beni buraya,
Dostlarımın gömdüğüne yandığım kadar...
bir resim gördüm düşümde
tepede kocaman bir güneş
güneşten oluk oluk sarı akıyor
öyle taze öyle sıcak.
sonra bir ağaç oldum güneşin gölgesinde
dallarıma kuşlar kondu, göçtü
korudum onları
öyle büyük öyle güçlü.
sonra bir kozalak oldum düştüm yere
kıvrılıp bir köşede baktım göğe
öyle sessiz öyle solgun.
sonra sarı kanatlı melekler geldiler başucuma
adımı sordular söyledim,
yaşımı sordular söyledim,
gelir misin bizimle diye sordular,
hayır dedim;
ölmek için
öyle gencim öyle yorgun.
Keşke yağmuru çağıracak kadar güzel olmasaydım
Ölüm ve acılar çatsaydı beni
Düşüncem yapma çiçekler kadar gösterişli ve parlak
Sözlerim ihanete varacak doğrulukta olsaydı.
Anmaya gücüm yetseydi de konuşsaydım
Diri-gergin kasları konuşsaydım
“Kardeşler! ” deseydim “Kardeşlerim! ”
“Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan
“Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan
“Bakın yaklaşıyor...”
Yazık, şairler kadar cesur değilim
Çocukların üşüdükleri anlaşılıyor bütün yaşadıklarımdan
Gövdem kuduz yarasalarla birazcık yatışıyor.
Raskolnikov uzaklaşırken düşünüyordu: “ Nerede okumuştum... ölüm cezasına çarptırılmış biri sehpaya çıkmadan bir saat önce şöyle söylüyor, ya da düşünüyordu; ‘ Yüksek bir yerde, bir kayanın üzerinde ancak iki ayağımı koyabileceğim kadar daracık bir yerde yaşayacak olsaydım, dört bir yanım uçurumlarla, okyanuslarla çevrili olsaydı, fırtınalar, zifiri karanlık olsaydı her yanım, kimsecikler olmasaydı yanımda, o daracık yerde öylece bir ömür, binlerce yıl, sonsuza dek yaşamak isterdim... Evet, şimdi ölmektense, öyle yaşamak isterdim! Yaşayabilsem, yalnızca yaşayabilsem, yaşayabilsem! Nasıl olursa olsun, yaşasam!..’ Ne yaman bir gerçek! Tanrım, ne yüce bir gerçek bu! Ne alçak bir yaratık şu insanoğlu! ( Aradan bir dakika geçtikten sonra ekledi): Bu nedenle ona alçak diyen de alçaktır!”
İnsan
eşref-i mahlûkattır derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı
pencereyi kapama
gök dolabilir içeri
sen neyi görebilirsin
ıslak bir bulutun ağışını mı
pencereyi kapama
kuş dolabilir içeri
sen neyi taşıyabilirsin
kırık bir dalın yükünü mü
Pencereyi aç
soluğun çıksın dışarı
sen büyütmedin mi ciğerinde onu
Kokusu hayatı yıkasın diye
Pencereyi aç
sesin sarsın dünyayı
duyulur elbet ta ötelerden
Yürek kendini tanır