Selim fıtrata sahip olanlara göre, hakiki hükümran olan Zatın; aciz veya hiçbir şey bilmeyen cahil ya da hiçbir şey işitmeyen, görmeyen, konuşmayan, emretmeyen ve yasaklamayan, sevap ve ceza vermeyen, dilediğini aziz, dilediğini zelil etmeyen, hükümranlık alanının dört bir yanına elçilerini göndermeyen, hükmü altında bulunanların durumlarıyla ilgilenmeyen biri olması, bilakis onları kendi hallerinde başı boş bırakması, ihmal etmesi muhaldir/imkansızdır.
Böyle bir durum beşeri hükümdarları dahi yaralayan, onlar için dahi mümkün olmayan bir durumdur ki hakiki ve apaçık hükümran olan Allah'a böyle bir halin nispet edilmesi nasıl mümkün olabilsin?!
İnsan, ilk nutfe halinden başlayıp kemâl'e erinceye ve dengeli bir yapıya kavuşuncaya kadar hangi hallerden geçtiği üzerinde düşünse, kendisine bunca özeni gösteren, halden hale geçiren, evreler arasında evirip çeviren Yüce Zatın, kendisini ihmal etmesinin, başıboş bırakmasının, emir ve yasaklar koymamasının, yerine getirmesi gereken haklar olduğunu bildirmemesinin, sevap ve ceza vermemesinin o Yüce Zat'a layık olmayan bir durum olduğunu anlayacaktır.
Kul hakiki anlamda kafa yorsa, gözleriyle gördüğü veya görmediği her şeyin ; tevhidin, nübüvvetin, ölümden sonraki dirilişin ve Kur'an'ın Allah kelamı olduğuna delalet ettiğini anlayacaktır.