"Ben fena kız değilim, senin meyus olmayıp saadetin için hayatımı şimdi fedaya hazırım!" diyorsun. Aliye, bana böyle şeyler yazma... Sonra ben sana deli gibi âşık olurum. Senin ne iyi kız olduğunu biliyorum. Muhakkak ki hayatımda yaptığım ve yapabileceğim en iyi iş seninle hayatımı birleştirmek oldu. Bundan sonra ne diye kederli ve üzüntülü şeyler yazalım... İkimiz de yalnız neşeden ibaret mektuplar yazmalıyız. Mektubundaki "Beni istediğim kadar sevmezsen ölürüm" cümlesini belki elli defa okudum. Ah Aliye, seni isteyebileceğinden çok seveceğim.
"Ama bu da yetmedi. Keşke hayatın bir anlamı olmadığını basit bir şekilde anlamış olsaydım, keşke bunu tedirgin olmadan bilebilseydim, keşke bunun benim nasibim, kısmetim olduğunu bilebilseydim. Ama ben bununla da teskin olamazdım. Eğer çıkışının olmadığını bildiğim bir ormanda yaşayan biri olsaydım bu ormanda yaşayabilirdim; ama ben ormanda yolunu kaybetmiş, kaybolduğu için korkuya kapılan, yolu bulmak için sağa sola koşup duran, attığı her adımın kafasını daha çok karıştırdığını bildiği halde oraya buraya koşmadan yapamayan biri gibiydim..."