Eve sürekli birtakım subaylar gelirdi. Ben meraklı bir çocuktum ama bu subayların o zamanın ücra mahallesi Maltepe'de, bu döküntü evde, seninle ne işi var, diye soramazdım. Tabii, Selimiye'den, Birinci Ordu'dan geliyorlardı, bu kesin. Ağır başlı, omzu kalabalık, parlak elbiseli komutanlar enişteme nasıl saygıyla davranıyorlar... Yukarıda saatlerce oturuyorlar. Teyzeme sorardım. Teyzem beni atlatmak için içlerinde küçük subaylar da olduğunu söylemekle yetinmişti. Bu genç olanlardan biri İstanbul'a ilk ziyaretimde, 1939'da gördüğüm Üsteğmen Alparslan'dı. Türkeş... Tabii, o toplantılar olurken biz aşağıda yaramazlık yapıyoruz, gürültü çıkartıyoruz. Dört çocuk biz, iki de Yağmur ve Buğra, etti altı. Bazen dışarıdan çocuk geliyor, komşular geliyor. Boş kalmaz ki ev. Eniştem çareyi Türkeş'te buluyor. "Alparslan, al bunları Cevizli'ye doğru bir gezdir, getir." Benle ablamı. Yücel kundakta, Erdal da henüz küçük. İkimizi alır ana yoldan yürütürdü. Her gelişinde de bize mutlaka bir şey getirirdi. Oyuncak alırdı. Çember getirmişti, araba gibi sürdüğümüz. Eskiden onlar vardı. Onu kapıda görünce çok sevinirdik. Hemen asker selamı verirdim. O da aynı şekilde selamımı alırdı. Türkeş bizi gezdirme görevini yerine getirdikten sonra toplantının kalan kısmında onlara katılırdı. Sonuç olarak küçük yaşta Türkeş ile asker selamı alıp vermişliğimiz vardır. İleride daha çok yakınlığımız olacaktı. Eniştemle bozuşacaklar ama benimle arası hep iyi olacaktı.
İşte İlnur Çevik'in babası İlhan ağabeyim, ben Mülkiye'de okurken Ankara'da birkaç gazeteye bakardı. Bağlantı oradan yani... Hatta işlerinden biri ayda bir İstanbul'a Milli Piyango çekilişlerinin sonuçlarını bildirmekti. Çekilişler Sarar İlkokulu binasında gerçekleştirilirdi. Tabii o zaman faks maks yok. Bir an evvel sonuçlar
Reklam
Bonaparte'ın Fouché'ye karşı güvensizliğinin ilk olarak ne zaman baş gösterdiği, yoğun geçen o yılların olaylar bolluğu içinde neredeyse ebediyen gizli kalabilecek bir bölümken, tuhaftır, gününe ve saatine varıncaya kadar açıkça tespit edilir; bunu (tabii ki derhal bir nebze şairane süslemeler ekleyerek) ortaya çıkaran, silik olanda özü
Sayfa 135 - 136 Can Yayınları
Aman ağzımızın tadı bozulmasın
“Elena! Otur!” diye bağırdı babam. Kendimi sandalyeye bıraktım. Yanağımdan aşağı doğru hâlâ sıcak olan kan akıyordu. Sandalyem ve beyaz masa örtüsünün bir kısmı da kırmızıya bulanmıştı. Ölü Russo’nun ayakları benimkilere dokunuyordu. Orada oturup bakışlarımı dik dik bakan Gianna’dan, zevkle tatlısını yiyen Tony’ye çevirdim. “Elena.” Babamdan küçük bir uyarı geldi ve onu dinleyip ağzıma bir çatal dolusu tiramisu alıp çiğnedim.
Dünya fani, ölüm ani. Bu can sana emanet verilmiştir. Veren bir gün alır geri . Çık biraz dolaş.
Diş İzleri
Vagonun öbür ucundaki kondüktör, "Biletler lütfen!" diye bağırdı. Rebus iç çekerek, Edinburgh'dan yola çıktığından beri üçüncü kez biletini aramaya koyuldu. Asla ilk baktığı yerden çıkmazdı. Berwick'te gömlek cebinde olduğunu düşünmüş ama Harris marka ceketinin üst cebinden çıkmıştı. Durham'da da ceketinde aramış ama bu sefer de masadaki derginin altında bulmuştu. Şimdiyse, Peterborough'dan çıktıktan on dakika sonra, pantolonunun arka cebine girmişti. Bileti alıp kondüktörün gelmesini bekledi.
Sayfa 7 - Alfa yayınları, John RebusKitabı okudu
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.