Yarım kalmış hiçbir şeyi sevemedim ben. Yarım kalmış sevdaları, yarıda bırakılmış kitapları, yarısı dinlenmiş şarkıları, yarım içilmiş çayları bile. Ama büyüdükçe hiçbir şeyin tam ve tamam olamadığını da anladım.
"... doğmanın çok yüksek bir binadan aşağıya atılmak gibi olduğunu söylerdi. Her ne olursa olsun, kaderi yukarıdan aşağıya düşmek olan biri önünde sonunda tutunacak bir şey bulacaktı. Kimi bir pencere önüne, kimi bir balkona düşer, kimi bir kepenk yakalar, kimi de son dakikada yağmur oluğuna tutunurdu. 'Yaşamak istiyorsan bir kulp yakalamalısın; ama neye tutunduğunun hiçbir önemi yoktur.'"
Yeşil Kadın oradaydı.Ama o da giysilerini sonbahar için değiştirmiş , Sarı Kadın’a dönüşmüştü.Arkasındaki çıplak çam dalı yine yolu işaret ediyordu. “Kuzeye git, genç adam! Kuzeye git!Kuzeye git!” Yolun biraz aşağısında bir huş ağacı daha vardı. Kendimi boğuluyormuşum gibi hissettiğimde sarıldığım o ağaç.
Pencerelerin öyküleri yaşamın tüm sırlarını içinde saklar.İddiasız,mütevazı ama derin anlamlar taşıyan ve kurgusuz gelişen hayatlar,sayısız pencerede bir hayal gibi oynar biter.Kiminin ,zaman zaman da olsa seyircisi vardır,ama çoğu bomboş bir salona açar perdelerini.Tek kişilik oyunlarla ya da kadrolarla…Dramlar,eğlenceler,aşklar,kavgalar damların ,gökyüzünün,karşı duvarın ya da karşı pencerenin kendilerini seyredip seyretmediğine zerre kadar aldırmadan,fütursuzca sahne altı pencerelerde.