“Erdman kardeşim, oyunlarımızda aynı şeyi düşünmüşüz, gördün mü? Dâhice yazmışsın. İnsanların, fikrini algılaması çok kolay!”
“Ya sen, çok daha iyi yazmışsın, hele sonradan olanlar konusunda.”
“Bilmiyorum kardeş, ama şu koyduğun adı deliler gibi kıskandım... Ben aptal gibi, nasıl da düşünemedim bunu, bu kadar basit bir şeyi: “İntihar!”
“Aman Nâzım! Üzüldüğün şeye bak! Hoşuna gitti demek. Al! Hediye ediyorum sana! Nasıl olsa senin piyesini de ne basıyorlar, ne oynatıyorlar. E benimki de öyle. Aynı berbat durum!”
Çok büyük bir yazar olabileceğini söylemiştin Erdman’ın. Ayrıca, Chaplin ayarında bir ses tonu olduğunu düşünüyordun. Ama kırılgan bir insandı. “Dışarıdan bakınca her şey iyi hoş görünüyordu. Ödüller, senaryolar, opera librettoları, hepsi iyi hoş da tutuklanmasının ardından gerçek edebiyat çalışmalarından çekmiş kendini,” demiştin. “Hani şu uzun burunlu balık var ya, işte onun gibi burnuna vurmuşlar, kırılıp küsmekten kendini alamamış. Tükenmiş. Herkesin bir sınırı