Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
... 2001 krizi sonrasındaki iktidar değişimiyle askerin geri çekilmesi ve sivil güçlerin egemen olması hamlesi ile tamamlayacağı izlenimine verdi. Batı dünyası Türkiye'deki bu girişimleri demokrasinin pekiştirilmesi olarak gördü ve destekledi 2004 yılında Avrupa Birliği o zamana kadar ayak sürüdüğü ilişkileri hızlandırma kararı alarak Türkiye ile tam üyelik müzakerelerini başlatma kararını onayladı. Ne var ki zaman ilerledikçe Türkiye'deki hareketin demokrasiyle o kadar da ilgisi olmadığım askerin gücünün zayıflatılmasının din destekli bir Ahbap Çavuş kapitalizmini ve Ahbap Çavuş demokrasinin pekiştirmek için altyapı oluşturmaya yönelik olduğu yolundan batıda kuşkular uyanmaya başladı. Bu kuşkuların artması ile birlikte Avrupa Birliği, Türkiye'nin üyeliği meselesini geciktirmeye yöneldi.
TSK'nın bu tavrına karşı siz ABD olsanız ne yaparsınız? Hemen Türkiye'de o elbiseyi giymeyi çok istekli cemaatlerle, kurumlarla işbirliği yaparsınız. Yetmedi, parti kurarsanız! Ve bu işbirliği sayesinde elbiseyi giymeyenleri tasfiye edersiniz. Peki, bu tasfiyeyi nasıl yaparsınız? Hitler'in sağ kolu J. Goebbels, Nazilerin propaganda bakanıydı.
Reklam
Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkileri
İkinci bunalım, 1963 Kıbrıs olayları nedeniyle çıktı. Türkiye'nin Kıbrıs'a askerî müdahalede bulunma isteği, ABD Başkanı Johnson'un Başbakan İnönü'ye bir mektup yazarak, Türk ordusunun bir NATO ordusu olduğunu ve bu ordunun Türkiye tarafından ulusal nedenlerle kullanılmasının müttefikliğin sonu olacağını bildirdi. Türkiye o günlerde zaten Avrupa ile bütünleşme politikası güdüyordu. Hem Soğuk Savaş'ın sıcak bir savaşa dönüşmesiyle yaşanacak yıkım, hem de müttefik ABD'nin tehdidi, Türkiye'nin dış politikasında yeni yönelimlerin yolunu açtı. Hemen 1964'de Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin Moskova'yı ziyaret etti. Bu 1939'dan sonraki ilk resmî ziyaretti. Sovyetler de ertesi yıl Türkiye'ye iki resmî ziyaret gerçekleştirdiler. Daha sonra da ticaret ilişkileri sürekli olarak arttırıldı. Ayrıca Sovyetler, demir-çelik ve enerji alanlarında hem finansman hem de teknoloji desteğinde bulundu.
Türkiye iktisat politikaları üzerinde etkili olan kuruluşlar arasında IMF ve Dünya Bankası başta olmak üzere zaman zaman OECD ve Avrupa Birliği ön plana çıktı. Özellikle 1945-50 döneminde ABD doğrudan etkili oldu. Türkiye, 1947 yılında üye olduğu IMF ile, ilki 1961 yılında olmak üzere 19 anlaşma yaptı ve bu kuruluş, aralıklarla da olsa uzun süre ekonomi politikalarının belirlenme ve uygulanma sürecine damgasını vurdu. Bu anlaşmaların derinleştiği Türkiye-IMF ilişkileri ancak 2013 yılında Fon'a olan borcun son taksitinin ödenmesiyle geri planda kalabildi. Dünya Bankası, özellikle 1980-85 döneminde yapısal uyum sürecinde, 1990'lı yılların sonlarında tarım politikalarının dönüşümünde ve yoksullukla mücadele yaklaşımının oluşumunda ve uygulanma sürecinde etkili oldu. OECD, 1960'lı yıllarda Türkiye'ye dış yardımın örgütlenmesinde ve 1980 programının finansmanında önemli bir rol oynadı.
Sayfa 280Kitabı okudu
ABD'nin 1945-1967 arası yalnızca Rusya'ya, komünistlere karşı, 1967'den sonra ise hem Rusya'ya hem de Avrupa'ya karşı gerçekleştirmeye çalıştığı Türkiye'nin başını çekeceği Dünya İslam Birliği kuramı, Avrupa-Rusya ilişkileri 1989'da Urallar'dan Atlas Okyanusu'na dek uzanan Bir Ortak Avrupa Evi tasarımına yönelince, ivedilik kazanmıştı.
Sayfa 273Kitabı okudu
Wells'in halifelik tuzağı.
Atatürk büyük Söylev'inde Welis'in Birleşik Dünya Devleti önerisi ile İslam Birliği kurulması yolundaki görüşler arasında bir benzerlik kuran Atatürk, sözlerini şöyle sürdürmüştü: " Türkiye'ye tebelleş olmamaları koşuluyla Halifecilerin ve Müslüman Birliği kurmak isteyenlerin gönüllerini hoş etmek için bizde de az çok buna
Reklam
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üye olma çabası, konumuz açısından ayrı bir öneme sahiptir. Türkiye'nin Avrupa ile ilişkilerinin uzun ve özel tarihi, İslâm-Batı ilişkileri tarihinin de merkezinde bulunuyor. Avrupalılar yaklaşık dört yüzyıl boyunca "İslâm" deyince Osmanlı'yı, Kur'an deyince "Türkler'in İncili"ni anladılar.
Yaşadığımız Avrupa Birliği süreci, Türkiye'de pek çok kavramın gözden geçirilmesine yol açtı ve açıyor. Devlet, ulus, sivil toplum, etnik kimlikler, din, devlet ilişkileri, modernleşme, Avrupa ve Avrupalılar, Avrupa'da yaşayan Türk ve müslüman azınlıklar, çok kültürlülük gibi pek çok kavramı bugün yeniden tartışıyoruz.
Trump, Johnson, Orban, Meloni....
2017 yılında dünyada yaşanan en önemli olay, kuşkusuz, ABD' de ırkçı, cinsiyetçi ve İslamofobik saplantılar içindeki bir iş adamının Beyaz Saray' da başkanlık koltuğuna oturması olmuştu. Sanırım bu önemli olaya, ikinci planda da Birleşik Krallığın, aynı yılın Haziran ayında yapılan referandumla Avrupa Birliği'nden çıkma kararı (Brexit) eklenebilir. Bu sürpriz karar Britanya adalarını çok aşan etkileri tetikliyor ve İngiltere ile birlikte AB'yi de derin bir krize sürüklüyordu. Türkiye ise bu sırada Rusya'yla "uçak krizi"ni aşarak dostluk ilişkileri kurmuş, Başbakan Erdoğan Putin' den "değerli dostum!" diye söz etmeye başlamıştı. Oysa aslında, ortada "gerçek bir dostluk" yoktu; söz konusu olan, NATO çevrelerinde korku uyandıran bir "eksen değişmesi"nden çok, R.T. Erdoğan'ın Rusya ile ABD'yi birbirine karşı kullanarak diplomatik çıkar sağlamaya çalışmasıydı. Ne var ki bugün İdlib kriziyle varılan noktada yıllarca süren bu danışıklı dövüşün de sonuna gelinmiş görünüyor.
Ortadoğu'nun yerini vicdanında bilmeyen Avrupa ..
" Türkiye'nin gerçek yeri Avrupa Birliği değil Ortadoğudur. "
Beta Yayınları/Nicholas Sarkozy, Fransa Cumhurbaşkanı (2008)
68 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.