Sen misin - Ama içim Eyiçim Kara başımı tutup kara başımı Şu suyun insanını güttüğüm vakit Göğsümü asya bir edayla gerdiğim vakit Hem barışmak ne demek kendimle 'Sen yoksan mekan yok zaman belli değil' dediğim vakit Sen ölçebilirsin ancak sesimdeki beygirimsiliği Çün bu çamur Şu yaşamı bulandıran su Donyüzlü rahibe şu Şu ev ki ev Ve o karanlıkta cin Ve ormandaki dev Oysa melodim Ne güzel. sözlerim ne tatlı Kuşkusuz. Yanımda olaydın Testiyi deler ırmağı temizlerdik Avucumuzla buz gibi içer Bileğimizden akan toprağa düşerdi
Sayfa 127Kitabı okudu
"Şeytan, şeytanlar ve cehennem zebanileri hiç kuşkusuz, tek tanrılı büyük dinlerin bir buluşu değildir. Her inanç ve dinde şeytan, ona verilen ad ne olursa olsun, evrenin ve dünyanın kötü ruhu, Tanrının bir çeşit karşıtıdır. Ermiş Augustinus’un deyimiyle “Tanrının maymunu”dur. Ruhbilimsel açıdan şeytan insanın ilkel, olumsuz, dengesiz, denetimden yoksun yanıdır. Ve insan içindeki ve dışındaki dengeyi tutturabilmek için iki ayrı kutbu Tanrının iyiliğini ve şeytanın kötülüğünü açıklamaya, anlamaya çalışıyor ve çalışmıştır, iki Ruhlu Adam Doktor Jekyl ve Bay Hyde’te olduğu gibi. Karanlıklar Prensi adını alır bazen şeytan, İbranicede ise karşılığı düşman, karşı koyan idi. Asurlarda rüzgâr tanrılarından Pazuzu da bir şeytandır, Hintlilerde canavar Rerek bir şeytandır, Mısır’da Tanrı Seth de öyledir. Keldanlılarda ise şeytan tek değil, birçok çeşitleri oluyor, cinlere karışıyor. Çeşitli adlar yakıştırıldı bu şeytana, örneğin; Hayvan Kara Atlı, Boynuzlu, Koca Keçi, Koca Zenci, Kara Adam, Küçük Usta, Yaşlı Centilmen, Tanrının Gölgesi, Yeryüzü Prensi vb. Bu ad bolluğu yanında Batı’nın Orta Çağ şeytan bilimcileri (Demonoglar) şeytanın etrafına cehennemi yöneten ve insanları tedirgin eden bir prense yakışır bir topluluk yarattılar: 7.405.920 alt dereceli şeytan gibi!."
Sayfa 97 - Gizemde çağdaş olmak, EpubKitabı okudu
Reklam
Adam gözlerini açtı ve kadına baktı. “Her şey eşini bulur. Ermin, sansar ve şahin. İnsan çoğu zaman yalnız güvercinin, bülbülün ve çatal boynuzlu geyiğin nazik eşleri olduğunu düşünür. Fakat sansarın ve kuzeydeki buz ayılarının da eşleri vardır. Beyaz bir dişi ayı, bir yılanın gizlenip yattığı gibi, yavrularıyla birlikte bir kayanın altında yatar ve erkek ayı, bir kar parçası ya da benekli denizin üzerinden geçen beyaz bir bulutun gölgesi gibi, yavaşça yüzerek denizden geri gelir. Dişi ayıyı gördüm de, ama ne onu vurdum, ne de siyah taşların üzerinden ıslak, yavaş ve sarı-beyaz yürüyerek ağzında balıkla karaya çıkan erkek ayıyı.” “Kuzey Denizi’nde bulundunuz mu?” “Evet. Eskimolarla Sibirya’da ve Tundralarda da bulundum. Beyaz bir deniz atmacası yüksek bir taşın üstünde yuva yapar; bazen beyaz başını uzatarak kayaların üzerinden uzaklara bakar. Bu yalnızca insanların dünyası değil, Lady Daphne.” “Hiçbir biçimde,” dedi kadın. “Yoksa hazin bir yer olurdu.” “Zaten yeterince kötü,” dedi kadın. “Tilkilerin delikleri var. Eşleri bile var Lady Daphne, seslendikleri ve cevap aldıkları eşleri. Bir engerek yılanı da dişisini bulur. Psanek kanun kaçağı demektir, biliyor muydunuz?” “Bilmiyordum.” “Kanun kaçaklarıyla haydutlar, çoğu zaman en iyi dişi eşlere sahiptirler.”
Sayfa 46 - Helikopter Yayınları e-kitap
Dilencinin Musa'ya öğütü kısmı...
"Haydi, yürü, al o kabukları" diye buyurdu. Musa, bir tozların içinde kıvrılmış yatan elma kabuklarına, bir de kahvenin önünde oturarak gelip geçenlere bakan efendiden adamlara baktı, içinden bir utanç dalgası yükseldi. Yerinden kımıldamadı. Asiye, ikinci buyruğu vermeyi gereksemeden yürüdü, tozlara bulanmış kabukları alıp torbasına
Sayfa 332 - Tekin YayıneviKitabı okudu
Sa­ba­ha ka­dar uyu­ya­ma­dı Pa­hom. Tan atı­mı­na ya­kın, bi­raz dal­dı. Göz­le­ri­ni ka­pa­dı­ğın­da, he­men düş gör­dü: Şu an bu­lun­du­ğu ça­dır­da ya­tı­yor­du, dı­şa­rı­dan ge­len kah­ka­ha ses­le­rini duy­du. Kim ol­du­ğu­nu görmek için dı­şa­rı çık­tı. Baş­kır­la­rın baş­ka­nı, ça­dı­rın önün­de otur­muş kah­ka­ha­lar atı­yor­du. Ona yak­la­şan Pa­hom, “Ni­ye gü­lü­yor­sun?” de­di. Fa­kat bu adam ar­tık baş­kan de­ğil de da­ha ön­ce evi­ne at­la­rı­nı yem­le­mek için ge­len ve bu­ra­da­ki ara­zi­ler­den söz eden adam­dı. Pa­hom tam, “Sen ne za­man gel­din bu­ra­la­ra?” di­ye sor­ma­ya dav­ran­mış­ken adam evi­ne ge­len ya­ban­cı ol­mak­tan çık­mış, hay­li za­man ön­ce ko­nuş­tu­ğu Vol­ga’dan ge­len ada­ma dö­nüş­müş­tü. Da­ha son­ra ne gör­se iyi; ha­yır, Vol­ga­lı da de­ğil­di bu; bil­di­ği­miz kuy­ruk­lu, boy­nuz­lu şey­tan­dı ora­da öy­le­ce gü­len. Şey­ta­nın ayak­la­rı­nın önün­dey­se ya­lı­n a­yak, pan­to­lon göm­lek ya­tan bir ölü var­dı. Ölü, Pa­hom’du. Ür­per­tiy­le uyan­dı.
Öyle de oldu. Üç çocuk ve başımın üzerine itinayla yerleştirilmiş iki koca boynuzla bir hastane odasında parasız pulsuz dımdızlak kaldığımda otuz yaşımdaydım. On sekiz yaşıma kadar anam babam tarafından tescillenen eşekliğim, geri kalan on iki yılda dayak, hakaret, dalavere ve ihanet senaryolarıyla kocam Hikmet Eligüzel tarafından bir güzel üzerime sıvanmıştı. Bir anırmadığım eksikti, o kadar eşektim. Kocamın adının Hikmet olduğuna bakmayın! Hiçbir hikmetli işi yoktu Hikmet Eligüzel'in. Hep yalan dolan, hep üçkağıtçılık. Ama bak soyadının hakkını verirdi adam. Eli o kadar güzel, öylesine şekilliydi ki, sağ ve sol yanağıma bakarsanız var olan el izinden ne demek istediğimi anlardınız.
Reklam
185 öğeden 101 ile 110 arasındakiler gösteriliyor.