Havanın yüzünde bir kırlangıç sürüsü
Ve yabanıl ak atlar doludizgin
Bu sabah, bu sabah öylesine güzel ki
Bu sabah yağmur yağacak
Bu sabah gün açacak
Bu sabah tekmil tornurcuklar patlayacak
Bahar patlayacak
Köpükler, bulutlar patlayacak
Özlemierin en güzeli, tozlu bir özlem
Topraktan yeni çıkarılmış
Üç bin yıllık yunan şarabı
Atların kara
Yepyeni bir giyotin dikmişlerdi ve bu görülmemiş makinenin etrafındaki taş yığınlarının üzerinde toplanan birkaç düzine küçük çocuk vardı. Hızlı bir şekilde, adam sepetten çıkarıldı ve nefes almasına zaman tanımadan, çaktırmadan, sinsice, utanmaz bir şekilde kellesi koparıldı. Ve buna kamu hareketi ve yüksek Adalet töreni denir.
Rezil kinaye!
Öyleyse, kral eşrafı medeniyet kelimesinden ne anlıyor? Bu konuda neredeyiz? Adalet stratejilerle ve hilelerle hiçe sayıldı! Kanun ise tedbirlerle! Korkunç!
Bu nedenle, ölüme mahkûm bir insan için, toplumun bu şekilde ihanet etmesi çok korkunç bir şey!
"Ne gaddarlık, nasıl bir acımasızlık bu,-diye yeniden başladı. -Tek bir satır, tek bir satır bile yok! Beni istemediğini, benden vazgeçtiğini söyleseydi hiç değilse, ama koskoca üç gün boyunca tek bir satır yok! Demek zavallı, savunmasız, tek suçu onu sevmek olan bir kızcağızı küçük düşürmek, aşağılamak onun için bu kadar kolaymış!...Söylesenize: siz böyle mi davranırdınız? Kendi ayaklarıyla size gelen bir kadını bir kenara mı atardınız, onun kırılgan, sersem yüreğine utanmaz, alaycı gözlerle mi bakardınız? Onu böyle elinizin tersiyle iter miydiniz?"
Şeyh fahişeye demiş ki: --- Utanmaz kadın;
Her gün sarhoşun , onun bunun kucağındasın.
Doğru , demiş fahişe, ben öyleyim; ya sen?
Sen bakalım şu göründüğün adam mısın?
Kapımı çalıp durma ölüm,
Açmam;
Ben ölecek adam değilim.
Alıştım bir kere gökyüzüne;
Bunca yıllık yoldaşımdır bulutlar.
Sıkılırım,
Kuşlar cıvıldamasa dallarında,
Şeyh fahişeye demiş ki: -Utanmaz kadın;
Her gün sarhoşsun, onun bunun kucağındasın.
Doğru, demiş fahişe, ben öyleyim; ya sen?
Sen bakalım şu göründüğün adam mısın?
Sayfa 89 - Kum Saati Yayınları, Türk Edebiyatından SeçmelerKitabı okudu
“Diyalektik, kendi zıddını dışarıda bırakmanın düzenidir” dedik... Düşünün ki, kemmiyet hesabıyla birkaç kiloluk eser(!) sahibi bir doçent, hem de İslâmî ilimleri tedris eden bir adam,
“Müslümanın kendi dışındaki fikirleri öğrenmesine lüzûm yoktur!” diye ahkâm kesebiliyor; utanmadan, sıkılmadan, terlemeden... Hani derler ya; “Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz!” diye... Ayı!..
Bu husustaki Peygamber buyrukları bir yana, suyun su olduğunu tanımak gibi bir basit idrak bile, bu soydan soysuz mezhepsizlerin gülünçlüğünü anlamaya yeter... “Müslümanın kendi dışındaki fikirleri öğrenmesine lüzûm yoktur”; oysa, her şeyin zıddıyla kaim olması ölçüsüyle, imân, kendi zıddını dışarıda bırakma hâdisesidir... Neyi dışarıda bıraktığını bilmeyen adam, neyin maliki olduğunu bilebilir mi ki, üstelik alenî plânda ahkâm kesebilsin?.. Hem de Muhiddin-i Arabî Hazretleri gibi bir büyüğün ölçülendirmesi ortada iken:
— “Küfrün kaynağını bilmeyen gerçek imânda olamaz!”
“İslâm’a muhatap anlayış” bahsinin, suratlarına sigara dumanı üflemiş gibi tesir yaptığı adam soyuna, ölçü meâli:
— “Dini yanlış anlamaktan Allah’a sığınırım!”
Utanmaz birisi seni rencide ettiğinde kendine şunu sor: "Dünyada utanmazların bulunmaması mümkün mü?" Mümkün değil. O halde mümkün olmayan bir şeyi isteme. Çünkü bu adam dünyada bulunması gerekli olan utanmazlardan birisi.
Çok gururlu bir adamım. Son zamanlar- daki utanmaz davranışlarımı düşünmeye dayanamıyorum. Şimdilerde kimseye kötü söz söyleyemeyen bir adam olup çıktım. Bir korkağım. Kiminle karşılaşsam çekiniyorum. Ah, ne yapmalıyım?