Sıcak dalgasının evde durmayı olanaksızlaştırdığı kavurucu ağustos gecelerinden birinde, temiz hava almak ve açık bulursam Andoni'nin kahvesinde bir kahve içmek için Kalender'e gitmeye karar verdim.
Kalender, Boğaziçi'nin en güzel iki köyü olan -nedendir bilmem, çok beğenilen Büyükdere ya da bizim bildiğimiz adıyla Vathyrriaks bana
Aşk, bahar aylarının az güneşli günü ve sonbaharda güneşin bir doğup, bir batması gibi değil, mevsim kış dahi olsa insanı sıcacık saran ve içini ısıtan bir rüzgar gibi olmalıydı.
Ey ruhum, sana “bir zamanlar” ve “eskiden” dercesine “bugün” demeyi öğrettim ve bir de dansını tüm Burada, Şurada ve Oradakilerin üzerine etmeyi.
Ey ruhum, seni tüm köşelerden kurtardım, tozu, örümcekleri, bulanık ışıkları üstünden aldım.
Ey ruhum, seni küçük utançtan ve köşede kalmış erdemden temizledim ve güneşin gözleri önünde çıplak durmaya
«Düşünce yavaşça geldi ona. Korkusuz, bugüne kadar olduğu gibi gri ve gözyaşı dolu değil, ama güneşin altındaki beyaz kum gibi çıplak ve sessiz. Öldü babacık. Öldü babacık. Yavaşça nefes aldı. Öldü babacık.»
Ama kim bilir! ürünü yakan kırağı,onu baltalayan dolu nasıl gerekliyse, dünyanın dönmesi için de kan ve gözyaşı gereklidir... Güneşin ve yıldızların o müthiş işleyişi icinde bizim acilarimizin hükmü ne kadardır ki!