Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Tek bir göreve yoğunlaşın Belki de günümüzde karşılaştığımız en büyük engellerden biri tek bir göreve yoğunlaşamamaktır. Etrafımızda o kadar çok teknoloji ve o kadar çok dikkat dağıtıcı şey var ki. E-posta yazarken YouTube’daki bir videoyu izliyoruz, o arada bir sohbet penceresi açılıveriyor ve onu yanıtlıyoruz. Sonrasında akıllı telefonlarımız cebimizde titriyor, o mesaja cevap verir vermez bilgisayarımıza geri dönüyoruz, Facebook’a bağlanıyoruz. Otuz dakika geçiveriyor ve yazmamız gereken e-postanın neyle ilgili olduğunu unutuyoruz. Aynı şey film izlerken akşam yemeği yediğimiz sırada da oluyor; son ısırığı alana kadar somonun ne kadar lezzetli olduğunu fark etmiyoruz. Genellikle işleri birleştirmenin bize zaman kazandırdığını zannetsek de bilimsel olarak tam tersi kanıtlanmıştır. Birden fazla işi yapmakta iyi olduğunu iddia edenler pek verimli değiller. Aslında en az verimli olanlardır.
“Bu devlet” dedi, devlet derken içinden derin bir saygı geçti, “Türk’ü, Kürt’ü, Ermeni’si, Rum’u, Arnavutluk’u, Arap’ı, Yahudi’si daha bilmem kimiyle, yetmiş iki milletiyle asırlarca gül gibi geçinip gitti. Milleti bilirdi Osmanlı ama milliyetçiliği bilmezdi. Farklı milletler bir arada fakat birbirine dönüşmeden yaşardı onda. Benzeyecekleri değilse de bütünleşecekleri tek şey Osmanlı kimliğiydi. Kendileri olarak, dillerini, dinlerini ve kültürlerini muhafaza ederek Osmanlı olmuşlardı ama osmanlılık söz konusu olduğunda bu farklılıkların da bir anlamı kalmazdı. Bu devlet, Rum ile Ermeni arasında bir fark gözetmez, onları Türk’ten ayırmayı da aklına getirmezdi… Devlete hizmet ettileri müddetçe kim olduklarının önemi yoktu, İslâm bile devlet kademelerinde yükselmek için gerekli şart değildi. Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan liyakatli kullar olmak, menzile varmak için birlikte yola çıkanların gerekli tek azığıydı… Ama ne zaman ki Rum’un Rumluğu, Ermeni’nin Ermeniliği, Yunan’ın Yunanlığı Osmanlı olmanın önüne geçti, o zaman bütün dengeler bozuldu.”
Sayfa 72 - Timaş yayınlarıKitabı okudu
Reklam
İnsan kendi kendine konuşur, ya kendi kendine yazar. Kendi kendine konuşmayı makbul saymazlar. Oysa ne fark var ki arada?
Sayfa 9 - Can YayınlarıKitabı okudu
İnsan ya kendi kendine konuşur, ya kendi kendine yazar. Kendi kendine konuşmayı makbul saymazlar. Oysa ne fark var ki arada?
Sayfa 9 - Can YayınlarıKitabı okudu
Şunu bir erkek yaşasa 1 ay yataktan kalkmaz...
Aybaşı öncesi ve sonrasında baş gösteren fizyolojik olaylara kısaca bir göz atmak yararlı olabilir: Aşağı-yukarı iki periyodun ortasında yumurtalıkların birisinde bir yumurta olgunlaşır, çevresindeki bezler bulundukları yerden kopar ve olgunlaşan yumurta döllenmenin gerçekleşmesi için yastıklanmak üzere dölyatağı kanalını aşarak dölyatağına geçer. Bu yumurta, yaklaşık iki gün süreyle canlı ve döllenmeye hazır kalır. Bu arada yumurtadan kopan bezler, corpus luteuma (san kütleye) dönüşmüştür. Bu san kütle, son günlerde saf olarak elde edilen bir endrokrin salgı bezi işlevi görmektedir. Bu salgıya, yumurtalıkları alınmış farelerde bile bir estrum* yaratabilme yetisinden dolayı "estrojenik hormon" adı veril­miştir. Bu hormon dölyatağını öyle bir yolla etkiler ki, dölyatağının içini kaplayan bezler, gebelik gerçekleşecekmiş gibi değişir yani, bezlerin tamamı süngerleşir, içi kanla dolar ve bunun içinde yer alan salgı bezleri salgıyla dolar. Eğer döllenme gerçekleşmezse, mukozanın yüzey tabakaları bulundukları yerden kopar, embriyonun gelişimi için depolanan maddeler sonuçtaki kanamayla birlikte dışarı atılır. Aynı zamanda, salgı bezlerinin yeniden üremesi gündeme gelir. Estrojenik hormonun işlevi bununla bitmez; cinsel örgenlerin kalanı da yüklenir, örneğin periyodun başlangıcından önce göğüslerdeki salgı bezleri fark edilir ölçüde irileşir. Ayrıca hormon, kanda, kan basıncında, metabolizmada ve beden ısısında ölçülebilir değişmelere yol açar. Bu etkenlerin boyutları açısından, kadınların yaşamındaki büyük bir ritmik dönüşümden, dirimsel açıdan aylık bir üreme süreci hazırlığından söz ederiz.
İnsan ya kendi kendine konuşur ya kendi kendine yazar. Kendi kendine konuşmayı makbul saymazlar. Oysa ne fark var ki arada?
Sayfa 9 - Can Yayınları, 5. Basım, Eylül 2013.Kitabı okudu
Reklam
"İnsan ya kendi kendine konuşur, ya kendi kendine yazar. Kendi kendine konuşmayı makbul saymazlar. Oysa ne fark var ki arada?"
Sayfa 9 - Can YayınlarıKitabı okudu
Korkunç bir anı
Sabahleyin uyandım, sanırım saat sekizdi, oda tamamen aydınlıktı. Ansızın uyanmıştım, bilincim yerindeydi ve birden gözlerimi açtım. O, masanın yanında duruyordu ve elinde de tabanca vardı. Uyandığımı ve ona baktığımı fark etmedi. Birden elinde silah bana yaklaştığını gördüm. Hemen gözlerimi kapattım. Uyur numarası yapmaya başladım. Yatağıma
"Yol boyunca çok az konuşuyoruz. İkimiz de kendi düşüncelerimize gömülmüş durumdayız; bu yaştaki bir adamın o seyahate nasıl katlandığını düşünüyorum ara ara. İçindeki "İthaka"ya Dönüş" arzusu çok büyük olmalıydı ki yaklaşan ölümünden önce, hatta ölüm tehlikesini göze alarak bu seyahate çıkmamız için ısrar etmişti. Bu arada Elia'nın derin bir uykuya daldığını fark ediyorum. Başı önüne düşüp duruyor. Epey bir süre böyle gidiyoruz... "
Sayfa 96 - Karakarga Yayınları 143.Baskı.
Bu sonbahar sabahının donuk inci rengini nasıl anlatabilirim? O nârin, sade yıldız köpüğü dolu bir kadeh, sanatın aynasında görülmüş saf bir kadın sırtı, çıplak bir omuz gibi sanki bütün madde yükünü atarak hafiflemiş parıltısında, benden o kadar uzak, yalnız kendi süzülmüş aydınlığında —kimbilir hangi imbiklerden?— geldiği için zihne o kadar yabancı ki, arada bizi, birbirimizi kaynatan bir takım şeyler, kapımın önündeki salkım ağacının son yaprakları ve beraberinde taşıdığı mor sabahların hatırası, avluda tulumbanın durmadan gıcırdıyan yaralı hayvan sesi, daima beraberinde gezdirdiği çocuğu üç gün evvel öldüğü için sırtındaki küfede mütevazi sonbahar çiçeklerinin tebessümünü şimdi bir yetim gibi tek başına dolaştıran genç çingene kadını olmasa onu âdeta fark etmiyeceğim. Fakat o mevcut ve bütün şehre tek başına hâkim..
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.