Ettik o kadar ref ü taayyün ki neşati
ayine-i pür tab-ı mücellada nihanız biz
Görünürlüğü o denli reddettik ki neşati
Pırıl pırıl cilalı aynada aksimiz görünmemektedir.
O kadar asırlık Mevlevi terbiyesi onda ferde ait herşeyi silmiş, sanki bu halim, ilhamlı ve sabırlı adamı, -Aziz Dede'den bir gün dinlediği yedi sekiz notalık bir cümleyi aynen tekrarlıyabilmek için eve dönüşünde sekiz on saat üst üste çalışmış, o modulasyona yükselmişti; bunu sık sık üstadım medh için anlatırdı- bir nevi hüviyetsizliğin içinde eritmişti. O kadar ki bu küçük ve kim bilir nasıl bir iç güneşinin sıcağında yarı erimiş maddesinden başka bir ferdi tarafı yok gibiydi. Bu madde de bir yığın adabın, teşrifatın, kendini herkesle bir görmek, bize garip gelecek bir hicapta şahsi herşeyi inkar etmek terbiyesinin altında her an gizleniyor, kayboluyordu. Mümtaz ona baktıkça Neşati'nin:
"Ettik o kadar ref-i taayyün ki Neşati
Ayine-i pür-tab-ı mücellada nihanız!"
beytini hatırlıyordu.
*Ettik o kadar ref‟-i taayyün ki Neşatî
Ayîne-i pür-tâb-ı mücellâda nihanız
*Ey Neşâtî! Görünülürlüğü o derece ortadan kaldırdık ki cilâlanmış, parlak aynada sır olduk.
Yahya Kemal, Neşât'ı'nin bir gazelinden yalnız şu beyti, edebiayattan anlayan bir Fransız'a okuyup îzâh ediyor. Diyor ki adamcağız: "Pes doğrusu! Bu beyitten başka hiçbir eseri olmasa kâfîdir ."
"Ettik o kadar ref'i teayyün ki Neşâtî
Âyine-i pür-tâb-ı mücellâda nihânız."
(Maddeden sıyrılıp mânâya inkîlab işini öylesine ileriye götürdük ki son derece parlak -üstelik cilalanmış, yani gösterme kabiliyeti artırılmış- aynanın karşısında bile görünmez olduk