geceyarısı, karanlık bir bozkırda
ışıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım
içinde onca insan, içinde dünya...
soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkum
ve bilmeyen sonsuzluk nedir,
haklı olan kim bu kargaşada?
ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir
ucu bucağı olmayan bu çığlığın
ortasında nasıl barışılabilir?
anlamak isterim, hangi yasa
bir
et-Tevvab (ve bu ismin mazharı olan kul), sevilen olduğu için, yaratıklar
içinde bilinmeyendir. Seven, sevdiğini kıskanır ve bu nedenle
onu yaratıkların gözlerinden örter. Çünkü Hak bu insanı kullarına gösterseydi,
kulları onun içinde bulunan güzellik nedeniyle ona bakar ve
onu severlerdi. Onu sevdiklerinde ise, himmetlerini ona yöneltir, onun
da kendilerine yönelmesine yol açarlardı. Bu durum şu ilahi huydan
kaynaklanır. Allah Teala ‘Beni zikredin ki, sizi zikredeyim’, ‘bana uyun
ki sizi sevsin’ buyurur. Hakkın kuluna yönelmesinin nedeni, kulun
Hakkın emrine yönelmesidir. Yaratan’da böyle ise, yaratılmış hakkında
ne. zannedersin? Yaratılmış insanlara daha hızla yönelir. Çünkü o, etkiye
açık bir yerdir. Kendilerinden çıkan bu kabul nedeniyle, insanlar
onu sevebilir diye Allah onu gizlemiş, böylece onu bilememişlerdir.
Bunlar, ‘gayret (kıskançlık) perdesi’ altında gizlenmiş gelinlerdir. Onlara
‘günahkârlar’ denilir. Allah’a yemin olsun ki, onlar günahkâr değil,
korunmuş ve sakınılmış kimselerdir.
Bu makam, ‘tövbeden tövbe’ makamıdır. Başka bir ifadeyle, sahibine
‘tevvab (çok tövbe eden)’ denilen bir tövbeyle tövbekâr’ diye hüküm
verilen ‘tövbeden tövbe’ makamıdır.
Kime nasıl davranacağını seçebilmeli. Kimi boğacağını, kimi boğazına takılan lokmadan kurtarması gerektiğini bilmeli. Yerine göre davranabilmeli. Ben suyum, beni ille böyle kabul edin dememeli. Aslından ödün vermeden bardağın da şişenin de şeklini alabilmeli.
Kardeşlerim! Allah sizi yaratıklarında bulunan gizli sırlarının kulağına
değdiği kimselerden yaptığında, O’na hamd ediniz! O sırları Allah
dilediklerine tahsis etmiştir. Onları kabul edin, inanın, onları onaylamaktan
mahrum kalmayın. Yoksa iyiliklerinden mahrum kalırsınız.
Ebu Yezid el-Bestâmi -ki o naiblerden biriydi- Ebu Musa ed-
Dübeyli’ye şöyle demişti: ‘Ey Ebu Musa! Bu yol ehlinin sözüne inanan
birini gördüğünde, ona sana dua etmesini söyle. Çünkü öyle bir insan,
duası makbul kişidir.’ Şeyhimiz Ebu İmran Musa b. İmran el-
Murtulî’yi İşbiliyye’de Rıza mescidi civarındaki evinde dinlemiştim.
Üstat Hatib Ebu’l-Kasım b. Ufeyr ile konuşuyordu. Ebu’l-Kasım bu
yol ehlinin söylediklerini inkâr eden biriydi. Ona şöyle diyordu: Ebu’l-
Kasım! Böyle yapma, böyle yaparsan, iki mahrumiyeti biraraya getiririz:
Bunu kendimizden görmeyiz ve ona bizden başkasından olduğunda
inanmayız. Bizim söylediğimizi reddedecek bir delil olmadığı gibi
şeriat ve alda göre ona zarar verecek bir bilgi de yoktur.’ Sonra söylediği
konuda beni tanık tuttu. Ebu’l-Kasım bize inanırdı. Ben de üstadın
söylediğini, kendi mezhebinden kabul edeceği kanıtla ortaya koydum.
Çünkü Ebu’l-Kasım bir hadis bilginiydi. Allah onun gönlünü
kabul etmesi için açtı, şeyh de bana teşekkür ve dua etti.
Abram 99 yaşında iken Rab ona görünerek, "Seni birçok milletlerin babası yapacağım. Artık adın Abram değil, Abraham olacak" diyor.
"Senin soyundan birçok krallar çıkacak. Sana ve senden sonra gelenlere Kenan diyarını ebedi bir mülk olarak vereceğim. Buna karşılık senin zürriyetin senden sonra gelenlere beni 'Allah' olarak tanıtacaksın. Bunu böyle yapacağına dair vereceğin sözü, her erkek sünnet olarak da kanıtlayacak.
Bu sizinle benim aramda yaptığımız ahdin (anlaşmanın) alameti (belirtisi) olacaktır ve her erkek çocuk sekiz günlük iken sünnet olacak (Ben size bu toprakları vereceğim, sizinde beni Tanrı olarak kabul ettiğiniz, erkeklerin
sünnet olması ile belli olacak)" diyor Rab.
Böylece Abraham'ın emrinde olanların hepsi sünnet oluyor. İsmail o zaman 13 yaşında imiş. Rab, Abraham'a "Bundan sonra karına Saray demeyeceksin. Onun adı Sara (anlamı, prenses) olacak ve milletlerin anası olacak, gerçek karın. Ona bir oğul vereceğim" dedi.