Keats ve Flaubert gibi dahi adamların katlanılmasını öylesine güç bulduğu kayıtsızlık, dünyanın kayıtsızlığı, kadın söz konusu olduğunda yerini saldırganlığa bırakıyordu. Dünya onlara dediği gibi "İstiyorsan yaz; benim için fark etmez," demiyordu kadına. Dünya gülerek "Yazmak mı? Senin yazıların ne işe yarar ki?"diyordu.
Sanki biri bana büyü yapıyor...
Tam kitap okumaya başlıyorum ilk 10 sayfası güzel akıyor on sayfadan sonra bi uykum geliyor ki gözlerimi açamıyorum . Söyleyin hanginizin nazarı değdi 😅🤣😅🤣söz kızmıyıcam. Ne yapılabilir kitap okurken uykunun gelmemesi için?
Yoksa benim okuma fobim mi oluşuyor 🤔🤣🤣
Şimdi uykunun gelmemesi için bir kaç öneri
Keats ve Flaubert gibi dahi adamların katlanılmasını öylesine güç bulduğu kayıtsızlık, dünyanın kayıtsızlığı, kadın söz konusu olduğunda yerini saldırganlığa bırakıyordu. Dünya onlara dediği gibi "İstiyorsan yaz; benim için fark etmez," demiyordu kadına. Dünya gülerek "Yazmak mı? Senin yazıların ne işe yarar ki?"diyordu.
#KİTAPYORUMUM
Hercules Poirot ilginç hobileri olan Bay Shaitana'nın ısrarları üzerine evinde yaptığı briç partisine gitmeyi kabul eder. Yanlız bizim dedektif'i parti'de çok farklı şeyler beklemektedir.
Mesela bir ceset.
Dört kişinin biriç oynadığı bir oda da kimse görmeden birini öldürmek nasıl mümkün olabilir ki?
Partiye davet edilenler dışında eve giren çıkan olmadığına göreee, hatta o odaya o dört kişi dışında kimse girmediğine göreeee... Katil o dört kişiden biri olmalı ama kim?
Davetliler arasında bir polisiye yazarı bir dektif ve bir komiserim de olunca hemen olaya müdahale ederler ve bu gizemli davayı çözüme üretmek için kolları sıvarlar.
Benim Agatha Christie'dan okuduğum ikinci kitap oldu "Biriç Masasında Cinayet " ve oldukça beğendim.
Kitabın yazıldığı dönemden dalayı biraz cinsiyet ayrımı konusuna değinilmiş bu konuda çok hassas olanların bilgisine.
Yazarın kalemine sağlık.
Dünya kadına, erkeklere dediği gibi "Yazmayı seçersen yaz, benim için fark etmez" demedi. Dünya kahkahalara boğularak şunu dedi: "Yazmak mı? Senin yazmandan ne çıkar?"
Sayfa 76 - Indigo Kitap, 41. baskı, İstanbul, Ağustos 2020
Öldükten beş gün sonra geldin rüyama. Babaeski’deki eski evin oradasın. Hayır gelin çıktığın ev değil, diğeri. Biz çocukken her yazları kardeşlerinle, kuzenlerimle bir araya geldiğimiz eski mezarlığın oradaki ev. Evin bahçesine çiçekler ekilmiş. 20 li yaşlarındasın. Sanırım hiç evlenmemişsin. Bahçedeki çiçekleri suluyorsun. Çok mutlusun. O kadar
raskol raskol üzümlü kekim :') senin ve benim ruhsal bunalımlarımız ne zaman bitecek bilmiyorum.
utanç verici bi şeyle başlıyorum yazıya. hayatımda ilk defa dostoyevski okuyorum. evet 21 yaşında ilk defa okuyorum. biraz geç kaldığım konusunda hemfikiriz ama her eserin her yazarın bi zamanı var diyerek bu konudan sıyrılıyorum.
eser
Amethyst Bell, eşinden ayrılmış oğlu ile birlikte yaşayan genç bir kadındır. Hayatına yön vermek istediğini düşündüğü bir zaman da büyükanne ve büyükbabasından miras kalan Superior Gölü kıyısında bulunan büyük eve yerleşmeye karar verir.
Havaların iyice soğuduğu bir kış gününde hayalini kurduğu Wharton kasabasına gelir. Onlarca yıl önce inşa
Brüksel’deki Moda Moda isimli sado-mazo barın müdavimlerinden birini tanımıştım. Evli ve üç çocuklu bir adam. İçinde önlenemez bir istek vardı gerçek bir kaltağa dönüşebilmek için. Tek arzusu bir fahişe olabilmekti. Koridorlarında dolandığım hastaneye geldiği zaman gecenin ilerisinde, derin kesiklerini diktirmek için, iç çamaşırından hijyenik ped
Dünya kadına, erkeklere dediği gibi "Yazmayı seçersen yaz, benim için fark etmez" demedi. Dünya kahkahalara boğularak şunu dedi: "Yazmak mı? Senin yazmandan ne çıkar?"