Gerçek aşk acısı, varlığımızın en temel noktasına yerleşir, bizi en zayıf noktamızdan sımsıkı yakalar ve diğer bütün acılara derinden bağlanarak bütün gövdemize ve hayatımıza hiç durdurulamayacak bir şekilde yayılır. Eğer umutsuzca âşıksak, baba kaybından en sıradan talihsizliğe, mesela anahtarımızı kaybetmeye kadar her şey, diğer bütün acılar, dertler ve huzursuzluklar, her an yeniden kabarmaya hazır olan bu asıl istırabımızın tetikleyicisi olur.
"Ya hayatlarının anlamını bulamayanlar?" diye söze girmişti kızılderili. "Onlar ne olacak?" "Onlar da, göğüslerinde bir et parçasıyla, canlı canlı çürüyecekler. Ve buna da, yaşamak demeye devam edecekler!"
Kimse bu dünyaya kalmaya gelmiyor ama herkes hiç gitmeyecekmiş gibi uğruna savaşıyor. Şimdi ya da daha sonra ne fark eder ki? Üç günlük dünyada dört günlük hesap yapılmaz.
Sen; beni asla, asla tanımayan, bir su birikintisinin yanından geçercesine yanımdan geçip giden, bir taşa basarcasına üstüme basan, hep ama hep yoluna devam eden ve beni sonsuz bir bekleyiş içerisinde bırakan sen kimsin ki benim için?
"Görüyorsun, görüyorsun, görüyorsun: 'şüphe etmek', her şeyden şüphe etmek, hiçbir şeye inanmamak. Demek ki, hakikat yoktur. Şüphe edilmeyecek hiçbir şey yoktur."
Çünkü bilirsiniz ki erkekle kadın arasında daimi bir arz ve talep vardır. Birincisi kadın, ikincisi erkek tarafından. Eğer talep kadın tarafından olursa o kadar hoş olmuyor.
Kendime aşkımın günahı bürüdü gözlerimi, Ruhumu, bedenimi, her yanımi ele geçirdi, Bir devası da yok bu derdin hem, Gönlümün ta içine kuruluverdi.
Yok gibi gelir bana benim yüzümden güzeli, Böylesine hakikatli bir güzellik ve böylesibir hakikat;
Kendi kıymetimi yine kendime soruyorum da,
Her şeyimle bin basarım başkalarına.
Ne zaman ki, aynam gerçek benliğimi gösterir bana: Ezilmiş, lime lime edilmiş, yaşlı kimliğimi.
Derim ki, nasıl sever insan kendini bu haliyle, Çeviriyorum kendime aşkımı tam tersine:
Sensin ben diye kendimde görüp övdüğüm,
Günlerinin güzelliğiyle ihtiyar yaşımı örttüğüm.