Türk Edebiyatı'nda dili en ustalıklı biçimde kullanan, karakterlerin kendine has noktalarını, duygu tahlillerini olabildiğince açık anlatabilen, o karakterleri var ederken örneğin, Samim bunu sever, bu olayda böyle davranır, diyebilecek kadar tanış hissettiren, kalemini bu ölçüde karakterleri incelikle işleyen önemli bir usta. Kitap yazıldığı dönemle bugünü kıyasladığımızda karşılaşılan duygular, olaylar ve duygular minvalinde o günden bugüne bazı şeylerin hiç değişmediğini gözler önüne seriyor. İlk yüz sayfa boyunca, hissettirilen o şüphede siz de yerinizi alıyor ve müphem bir olayın merakla aydınlanmasını bekliyorsunuz, karakterlerle birlikte olay feraha kavuşuncaya kadar yeis içinde onlara eşlik ediyor, duygularıyla hemhal oluyorsunuz.
Romanın en güzel tarafı, yazarın Samim karakteriyle, kendi güneş ülkesi Simerenya'yı anlatması.
Romanda manevi değerlerin zayıflaması sonucunda, insanın içine sürükleneceği açmazın, materyalist yaklaşımlarla çözümlenemeyeceği gerçeğini kabuk etmeyenlerin, yalnızlığa düşüp, hüsrana uğrayacağı gerçeği konu ediliyor.
Bu gerçek baskın olarak, üç genç kızın ,sosyal benlikleri ile biyolojik benlikleri arasındaki çatışmalarıyla resmediliyor.
Bir karakter de psikolojik ve sosyolojik kavgaya, id ve süperego çatışmasına kurban ediliyor.
Ve romanın en can alıcı yönü,
bir tereddüdün en sıra dışı hali; kurbanın babası açıklanmadan, okuyucuda şüphe bırakılarak bitiriliyor.
Okurken yazarın diline, kültürüne, aşkı ve duyguyu betimleyişine hayran kalıyorsunuz. Okumanızı gönülden öneririm!