Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Atsız başlangıçta dergiyle fiilen de meşgul oluyor ve yoruluyordu. 01 Ekim 1950'de Yılanlıoğlu'na yazdığı mektupta “Bu Orkun dergisi böyle giderse benim imanımı gevretecek. Bir tashîh memuru tuttuk ama daha iş kıvamına girmedi." demektedir (Hacaloğlu 2013: 43). Yine Yılanlıoğlu'na yazdığı 11 Ocak 1951 tarihli bir mektubunda ise
Canaye ve İstanbul Boğazı'nın bütün güzelliklerini anlatmanın “çok zahmetli olacağından" yakınır. “Türk acımasızlığına karşı, doğanın ve sadece doğanın iyileştirici etkisiyle bu topraklar onu gören herkeste hayranlık uyandırıyor ve onu söz konusu toprakların değerli üstünlüklerini inceleme isteğine itiyor" derken de Yeniçağ'da artık bir Avrupa klasiği haline gelen söylemi yenilemiş olur: İstanbul yanlış ve zalim ellerdedir. Simeon "herkesin arzuladığı payitaht şehri İstanbul" derken aslında dünyanın gözünün İstanbul üzerinde olduğunu bir kez daha hatırlatmaktan başka bir şey yapmaz.
Reklam
Sınıftaki Atsız: Öğrencileri, Atsız'ın iyi bir hoca olduğunu, derste açıkça propaganda yapmadığını söylüyorlar. 1950-51 ders yılında Haydarpaşa Lisesi'nde talebesi olan Altan Deliorman şöyle diyor: "Devrenin yarısından çoğunu ders vermekle geçirirdi. Anlatır, öğretirdi. Çok da iyi öğretirdi... Yazılı notlarını açıkça okurdu. Kimin
1950-1960 YILLARI ARASI. 1950'li yıllar. Tek parti iktidarından kurtulmanın sevinci yaşanırken kültür ve eğitimin başıboş bırakıldığı yıllar. Soğuk savaş yılları NATO'ya giriş ve ABD'ye tam bir teslimiyet. Türkçülerin ümitleri yine boşa çıkıyor, hayaller kırılıyor. Ekonomik kalkınma, yollar, fabrikalar... Fakat köylerden şehirlere
Muhacir, gideceği yer olmadan biteviye yürüyen hayalettir; adını bilmediği bir başka hayaletin ekmeğini yiyecektir.
Onun adı... Onun bendeki adı ‘Hüzün’dü... Hüzün... Şimdilik bulabildiğim, onun için, kendim için, yıllar süren beraberliğimiz için bulabildiğim tek ad bu... O, yaşadığımız günlere verebileceği öteki zamanları, duyguları, evleri gibi, başka adlarını da benden gizledi çünkü.
Reklam
Allâme Abdülganî-i Nablüsî "Kuddise Sirruh" Hazretleri'nin "El-'Uküdü'l Lü'lü'iyye" kitâbının Allâme Müstekîmzâde Süleyman Sa'deddîn Efendi tarafından "Şerh-i 'İbârât" adıyla yapılan tercümesinin ve kısmî şerhinin İstanbul-Süleymaniye Kütübhänesi, Lala İsmâ'il Paşa Kismi, No: 179'da bulunan 91 varaklık nüshasının 83a sahifesindeki "Layiha"da şöyle yazılıdır: ❌ "Imâm-i Süyûtî 'Rahmetullâhi Aleyh Hazretleri, ba'zı kitablarında Rasûl-i Ekrem 'Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem Hazretleri'ne salâti ve selâmı ya'nî salevât-i şerifeyi kisaltarak (sav) diye yazmak bid'atini başlatan kimsenin bir behâne ile ❌elleri kesilmiştir."❌ diye yazmıştır." ✔"Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem' diye açık yazılması lâzım salât ve selâm kısaltarak, ihtisar ederek (sav). (as) şeklinde yazmaktan ihtirâz etmek, çok sakınmak lâzımdır. Ahzâb Sûresi'ndeki Âyet-i Kerîme'de bildirildiği üzere salâti ve selâm beraber söylemek ya'nî 'aleyhissalâtü vesselâm' demek ve yazmak gerekirken yalnızca 'aleyhisselâm' demek ve yazmak da, noksån olduğu için, mekruhdur. Salevât-i şerife söylenmesi meşrû* olan her yerde böyle olması gerektiği İbn Salâh'in 'Mukaddeme Metni'nde, Müslim Serhi'nde ve başka kitablarda da bildirilmiştir."
- Ben bu yangında, İstanbul'un kav haline gelmiş ruhunu görüyorum. Camilerinden, türbelerinden, mezar taşlarından başka bütün varlığı, ne büyük bir vehim olduğunu ilan etmek istiyor. Yanmak, patlamak, gaz haline gelmek, rüzgâra savrulmak istiyor. İstanbul kendi kendisine isyan ediyor. Sınrlar ona kazan kaldırmış ne çıkar, o kendi kendisine kazan kaldırıyor.] - (Elile uzakta bir hâdiseyi gösterir.) Bak, bak! Bir tavan çöküyor. - Yanıyoruz! Şurada veya burada, şu veya bu şekilde yanıyoruz. Bütün cismimiz ve bütün ruhumuzla yanıyoruz.) (Birkaç saniye sessizlik. Bir çöküntü. Bütũn gök kıvılcımla dolu.) - Devlet halinde, idare halinde; cemiyet halinde, fert halinde, ev halinde yanıyoruz.)
Astar değişmez; yamalamaya çalışanda, allayıp pullayanda aynıdır..
1896 Temmuz'undaki İstanbul Osmanlı Bankası başkanı, Ermenilerin Sultanaahmet'te toplanarak Galata'ya yürüyüşe geçmeleri ile başladı. Rusya ve Avrupa'nın şımartmasıyla bir zamanlar Osmanlı'nın gözde tebaası Ermeniler, Osmanlı'nın başkentinde ona kabadayılık taslayarak; hakaretler, küstahlıklar, taşkın hal ve
Sayfa 16
Öner ve Yücel Davası: 31 Mart 1947'de Atsız, Zeki Velidî ve arkadaşlarının beraatıyla sonuçlanan Irkçılık-Turancılık Davası'nın yankıları 1947 yılında başlayan Öner ve Yücel Davası ile devam etmiştir. Dava, 29 Ocak 1947'de İçişleri Bakanı Şükrü Sökmensüer'in TBMM'deki bir konuşması ve Fevzi Çakmak'ın 05 Şubat
Reklam
Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim
Ben hayatta en çok babamı sevdim Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk Çarpık bacaklarıyla -ha düştü ha düşecek Nasıl koşarsa ardından bir devin
664 syf.
·
Puan vermedi
Hayalleri okyanuslar ile yarışacak fakat onun hayallerine kavuşmasını engellemek isteyen,zalim bir dedeye ses çıkartmayan bir aile... Okulun düzenlediği üniversiteleri tanıtma gezisi ile #İstanbul a gelirler.Orada gördüğü bir grup #Artvin Şavşata döndüğünde tüm dünyası olur.Bu hayatı dolu dolu yaşayan birileri vardı.Onlarin varlığını inkar etmek imkansızdı.Onları kıskanmak bir tarafa hayatı zehir edenlerden alıp onlarin ömrüne versin diyecek kadar farkındalık ortaya koyabiliyor. Başka bir hırs ile çalışıp #Türkiye siralamasin da derece yapar. Annesinin desteği ile Bahçeşehir üniversitesinin öğrencilerinden biri olur.Kütüphanede çaktırmadan bir erkeği kesmeyecek kadar korkak neyin var dediklerinde #annemiözledim diyecek kadar çocuktur.Istanbul o gelene kadar kıştı,onunla birlikte adı gibi #Bahar getirdi. Işkeçeli bir adam ve onun Şavşatlı gönlünün sultani olmaya hazır kadın...Konuşmaları ilk instegram da başlıyor.Tesadüf silsilesi ile yolları kesişir ve onları birbirine #mıknatıs gibi çeker. Tabiii bir de Oktaygiller tayfası var kiGırgır, şamata,eğlence onlardan sorulur.Bahar'in ilk Oktayi görüp onunla uyuyup,onunla uyandığını söylemeden geçemeyeceğim.Bir de Oktay'ın hayat hikayesini okurken neden yillardir üniversiteyi bitirmediğini,ailesine inat yapmaması gereken her şeyi yaptığına şahit olacaksınız.Ve tabiki uyumadan önce tutulan dileğin "Çok sevilmeyi dilemek"olduğunu göreceksiniz.Insan ne yaşar da çok sevilmeyi diler ki Kalın bir kitap ama korkmayın su gibi akıyor nasıl bittiğini, içinde kaybolup tühh bitmiş demekten kendinizi alamıyorsunuz.
Uyumadan Önce Tuttuğum Dilek
Uyumadan Önce Tuttuğum DilekAnita Felipova · Pukka Yayınları · 019 okunma
Ölüm de tıpkı evlilik gibi, doğum gibi yaşamımızı tümüyle değiştiren, hayatın anlamını bir kez daha düşünmeye çağıran olaylardan biridir. Hele bu ölüm, cinayet sonucunda gerçekleşmişse insanın kendisine şunu sorması kaçınılmazdır: Neden? Katilin kurbanı hangi sebeple öldürdüğü değildir sadece merak edilen. Bir insanın başka bir insanı öldürmesi, öldürebilmesidir daha çok. Merak orada da kalmaz, mutlaka katilin karakterine, iyi biri mi yoksa canavar ruhlu bir psikopat mı olduğuna kadar uzanır. Katil ister iyi biri olsun, isterse kötü, fark etmez, sorgulama insanın analizine kadar varır.
Sayfa 177 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okuyor
Hepimizin bir tek ortak özelliği vardı: İnsan olmak. Farklı inançlara, farklı etnik kökenlere, farklı cinsiyetlere, farklı dünya görüşlerine sahip olsak da hepimiz insandık. Bir başka ortak yönümüz ise İstanbul’du. Hepimiz bu şehirde yaşıyorduk. Camimiz, cemevimiz, kilisemiz, sinagogumuz bu şehirdeydi. İnsan olmak ve İstanbul’da yaşamak, işte bizi birleştirecek iki önemli zemin.
Sayfa 160 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okuyor
Şarkıların, gerçekten yaşanmış şarkıların içimizden hiçbir zaman gitmeyeceğini, gidemeyeceğini biliyordum çünkü. Kimi şarkıların farklı zamanlara, farklı zamanlar için er ya da geç taşınacağını, taşınmak isteneceğini biliyordum. Şarkılar bizdik, yitirdiğimiz, bir türlü bulamadığımız dilimizdi öylesi zamanlarda. Şarkılar bir türlü bulamadığımız dilimiz ya da başka hikâyelerde, başka kırgınlıklar adına anlatmaya çalıştığım yanılgılarımızdı.
1.500 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.