Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Bütün bu olanlar sıcak bir çay içmek, çayın her yudumunun tadını değilse de zevkini ve huşusunu daha ziyadeleştirmek içindi sanki.
Felsefi olarak "kim" ya da "ne" olduğumuz sorusunu cevaplamaktan oldukça uzak olsak da biyolojik olarak belki basit bir cevap verilebilirdi yakın zamana kadar. Derdik ki "öyle ya da böyle, insan; içinde kendisine ait 30 trilyon canlı hücrenin bir arada yaşadığı dev bir organizmadır" Ama son dönem bulgular bu kaçamak cevabı vermemizi de engellemektedir. Zira sinirbilim camiası ve biz sinirbilimciler yakın bir zamanda çok ilginç bir konuyla tanıştık: Mikrobiyota. Bu konuda yapılan çalışmalar, kim olduğumuz ve vücudumuzun kime ait olduğu sorularının çok daha farklı bir boyuta taşımaktadır. Tüm kitap boyunca ele almaya çalışacağımız asıl meselenin en özet halini sizinle paylaşalım o zaman. Nedir bu sinirbilim camiasını şaşkınlıkta bırakan ve beynin, insanlığın var olduğu günden beri süren saltanatına son verecek olan mikrobiyota? Baştan söyle- yelim, mesele biraz uzun. O nedenle isterseniz kendinize güzel bir çay ya da kahve koyun. Zira hikâyemize başlamak için hayatınızın en başına gitmemiz gerekiyor. Hayır, doğduğunuz günü kastetmiyorum. Daha da öncesine gideceğiz. Babanızdan gelen sperm hücresinin, annenizde yer alan yumurta ile birleştiği o garip başlangıca.
Reklam
İkisi de susuyordu şimdi. Mete, içmeyi unuttuğu soğumuş çayına şeker atıp karıştırıyordu. İnanılmaz bir haz almıştı bu hareketten ve istemsizce gülümsüyordu. Karıştırmaya devam ediyor, kaşığı bastırıyor, gülümsüyordu. Şekerin eridiğini görüyor, bir insanı düşünüyor ve ateşe atılmış bir insanı eritiyordu. Mete, ruhunda bastırdığı duyguları gün yüzüne çıkarmıştı, mahkum uyanmıştı. Umay ani bir hareketle yüzüğü cebine koydu. Duruşunu bozmadan gözlerini kaldırdı ve rahatsız olmuş bir sesle, "Mete ne yapıyorsun? O çay soğudu artık. Şununla oynamayı keser misin? Kendine yeni bir çay söyle ya da elindeki kaşığı bırak, sinirlerimi bozuyor." Tereddüt içerisinde elindeki kaşığı bırakarak sordu, "Neden bu kadar ciddisin Umay, neden? Baksana şeker eridi. Bir bütündü, eridi fakat yok olmadı. İnsanlar da böyledir işte. Ne kadar acı çekerlerse çeksinler acıdan dolayı ölmezler . Daha görülmüş bir şey değildir. Sınırı vardır acı çekmenin, aynı hayal kurmak gibi. Bir düşün; bildiğin, gördüğün kadarının hayalini kurarsın, ötesine istesen de geçemezsin. Bunun için bilmek gerekir. Acı da böyledir daha fazlasını alamazsın. Soğumuş çaya da bu oldu, şekeri yok edemedi çünkü doymuştu. İnsan ne zaman büyür biliyor musun? Gündüz ve gece kavramını ayırt edemediği zaman, olduğu andan kopmaya başladığı zaman. Ânı yaşayamayan insan büyüyen insandır.
Sayfa 75 - fihrist
On Dakika Bayrak Tutmak
“Kaleiçi’ne gidiyorum. Ihlamur ağaçlarının avcunda iki bardak çay içeceğim. Şiir konuşacağız bir güzel çocukla. Sağ yanım deniz. Deniz değil, kirpiklerime değen sonsuzluk; lacivert yapraklar açan zaman. Bir büyük derinlik gökyüzüyle söyleşip duruyor. Beydağları’nı bir daha doğuruyor kıyıya vuran her dalga. Uzun boylarında güneşli nisan bulutları, palmiyeler falezlerden aşağı bakıyor. Taflanlar neredeyse konuşacak. Kalbimde ölümle karıncalanmış bir sevinç, koltuğumun altında harflere dönmüş Akdeniz, hurma ağaçlarına şaşarak yürüyorum. Yoksulluğu unutturacak kadar güzel bir gün..."
O'nunla bir daha çay içebilmek için , severek ölürdüm..
Saplandı yine kıymık gibi yüreğime , acısı hiç bitmiyor.. Ölünce biter diyorlar da pek de inanmıyorum.. Hiç bir azap sonsuza kadar sürmezmiş.. Ölünce geçecek acısı , oynayıp bir kenara attığın kalbim..
Hâlâ ayılamamis bir vaziyette sabah mahmurluğunu atlatamayarak bir çay daha içmek aklımdan geçiyor.İşlek bir caddenin üzerinde ki bir cafeye dalıp masalardan birine geçtim.Bacak bacak üstüne atıp sırtımı koltuğa yaslamış halde masanın başında oturuyorum elimde ki telefonun ekranına bakarak.
Reklam
Hayal kırıklığının başkenti
- O zamanlar kaymakamın bir kızı vardı ya, Leman. Saçları ta buralarında. Rüzgarda yürüdü mü sanki pelerin sahibi bir balerin gibi oluyordu. O gün de maça gelmiş. Ben devamlı terliyorum, daha maç başlamadan. Neyse maç başladı, hemen bir korner oldu. Ortayı bizim Rıfat atmıştı, bir yükseldim topa ikinci dakikada köşeye taktım topu. Alkış, kıyamet. Bir döndüm, bizim Leman ayağa kalkmış alkışlıyor. - Kaç sene kalmıştı o kız burada? - 2 sene. - Giderken bana bir mektup bırakmıştı, İzmir'e gelirsen ara diye. Ben de 5 sene sonra gittim. - Ee, bulabildin mi? - Buldum. Hatta bir de çay içtik. Ben, o, bir de kocası. O ara golü yemişiz haberimiz yok anlayacağın. Burası için en güzel lafı Sadık hoca söylemişti kardeşim. - Hangi Sadık hoca? - Lisede edebiyat öğretmeni yok muydu ya? - Tamam. Ne demişti? - Hayal kırıklığının başkenti demişti. VİZONTELE (2001) 🎬 youtu.be/KSCidYpaOEI?si=...
GENET: Pislik beni kendi özgürlük teorisini açıklamak için kullandı. Ona göre ben kendi kaderimi seçmiştim, hırsız olmayı seçmiştim, homoseksüel olmayı seçmiştim. Ama oğlancılık bana gözlerimin rengi gibi, ayak numaram gibi dayatıldı; daha küçücük bir veletken oğlan çocukları çekiyordu beni. Böyle bu.
Şeyh Said Hadisesi sonrası Hükümet kontrolünün yetişebildiği yerlerde Kürtçenin konuşulmasını yasakladınız. Yedlerinde Kürtçe grammafon diski bulunanlar en ağır cezalara çarptırıldı. Mamafi bu tedbirinde tatbiki kabiliyeti olmadığı az zamanda anlaşıldı, ve bundan da feragat edildi. Müfettişi umuminin makam icraatı olan Diyarbekir 'de adeta kaht zuhur etti. Bilhassa zabitan ve memurun kısmı ruzmete ihtiyaçlardan olan yağ, süt, yumurta, peynir. ilh... gibi dahili mahsulatı tedarik edemez oldular. Çünkü köylerden gelen bu mevadm müstahsilleri kamilen Kürt köylüleri idi. Ve Türkçe konuşmayı bilmezlerdi. El altından verilen bir emir ile bunların Kürtçe konuşmalarına müsamaha edilmesi memurun ailesine tebliğ edildi. Kaza merkezlerinde daha garip bir şekil hadis olmuştu. Türkçe bilmeyen halk bittabi Kürtçe konuşuyordu. Ancak müfettişi umuminin kazalara geldiği günlerde kaymakam muhtarları nezdine celb ve müfettişi umuminin çarşı pazarında gezdiği zamanlarda hiç Türkçe bilmiyenlerin evlerinden çıkmamalarını temin suretiyle müfettişi umumiye az çok Türkçe konuşan bir halk gösteriyordu. Hakikat halde müfettişi umumiyede bu muvazaaya vakıf idi. Bile bile amir ve memur birbirini aldatıyordu. Ve cumhuriyetin tabiat eşyaye muhalif olan kanunları ancak bu suretle cay tatbik bulabiliyordu.
Sayfa 23
Kim Özlerdi Avuç İçlerinin Kokusunu
O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler, arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer. Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer. Utanılacak bir şey değildir ağlamak, yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer. Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık, çalınan birinin
Reklam
Beter ...
Adamla karşılaşmamızın ardından güç bela eve vardım. Hayatın benim için şekil değiştirmeye başladığını hissediyordum. Bugüne kadar alışılagelen ne varsa değişiyordu. Dünya değişiyordu, varlık başka bir hal alıyordu. Metafizik bir gerçeklik, bütün görselliği yok ediyordu. Aynalar bugüne kadar söylediklerinin aksini söylemeye başlamışlardı. Sanki kör olası bir şüphe, asırlardır saklı kaldığı bir mağaradan çıkmış ve yeryüzündeki tüm mutlak değerlere musallat olmuştu. Yaşamımda yeni olan her şeyden ürküyordum aslında. Yeni bir kelimeye, yeni bir sevgiliye, yeni bir eve, yeni bir parfüme, yeni bir saate, beğeniye, dosta, komşuya, çay fincanına bile tahammülüm yoktu. Çünkü hayat o kadar suratını asıyordu ki, karşımda yeni olan her şey bir öncekinden daha kötü olacak gibiydi.
GENET: Ben peygamberim, ha! Tuhaf! İhanetin peygamberi demek daha doğru olur. MUHAMMED: Bu ihanet hikâyesi de ne? GENET: Ben senin yaşındayken hırsızdım ama bugün artık değilim. Yazarak hırsız olan kendime ihanet etmem gerekti, şair olmayı ummuştum, umarım olmuşumdur.
Ben Fransa'da bu ırkçılığı hep gördüm. Daha gençken Yahudilerden nefret edilirdi ama Faslılara ve Senegallilere tapılırdı, cephe temizlikçisi Hartaniler. Irkçılık neredeyse doğal oldu.
GENET: Tanca... Tanca'yı sevmiyorum, bana Côte d'Azur'un daha yoksul halini hatırlatıyor. Filmler ve romanlar burayı bir batakhane haline getirdi, korkunç bir yer. İspanya sahillerinden bakıldığında masal gibi geliyor. Ama uzun süredir Tanca aklıma gelmiyor. Tanca'yı unutmak gerek!
Küsmüşüz dünyaya. İçimdeki kırgın bir heves. Aklımızda yorgun bir düş, Masamızda yarım bardak bir çay. Sustuklarımız kendimizden bile daha ağır.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.