Bu kadar hiçlikle beraber herüstün nitelik sahibine düşman... Onun bir güzel şeyi beğendiği, kudretli bir arkadaşa değer verdiği daha görülmemiş....Sanki birini beğendiğinde kendisinde bir eksiklik çıkacakmış gibi bir küçük beğenme gülümseyişini bile esirger...
"İşte fark burada ortaya çıkıyor. Yaptıklarına göre başarın ya da sonuca göre başarın. Bazen her şeyi doğru yaparsın ve sonuç yine de istediğin gibi olmaz. Anca kötü bir sonucun sana her şeyi sorgulatmasına izin vermek yerine tüm doğru şeyleri yapmaya devam edersen, işte istikrar burada devreye girer. Ve" diye göz kırparak ekledi. "Yapmayı çok sevdiğini bildiğim şekilde kendini hırpalaman için sana yer bırakmaz."
Ne yaparsam yapayım hep orada, kurşundan bir külçeyi andıran, zihnimdeki her şeyi kovalayan, başımı çevirdiğimde ya da gözlerimi kapadığımda beni buz kesmiş elleriyle sarsan bu katlanılmaz düşünce hep yanı başımda, hep karşımda. Zihnimin ondan kaçmak istediği bin bir kılığa girip bana söylenen her söze korkunç bir nakarat gibi karışıyor , benimle birlikte zindanımın iğrenç parmaklıklarına yapışıyor , uyanıkken yakamı bırakmıyor , çırpınışlarla dolu uykumda beni gözleyip rüyalarıma bir bıçak şeklinde giriyor.
Yaşamının geçmekte olduğuna duyduğu öfkeyi hayat belirtisi gösteren her şeyin üzerine kusan hiddetli bir moruk olmak istemiyorum. Her daim haklılığından emin olanların meydan okuyucu bakışıyla savaş teçhizatı kuşanıp, son dermanımı hep her şeyi yanlış yapan gençlere dönük yaşlı saldırganlıklarıyla harcamak üzere sefere çıkmak istemiyorum.
“Evimi, daha doğrusu evlerimi sattım," dedi, "ve diğer tüm mal varlığımı da. Bunları gizlice yapmam gerektiğini biliyordum, yoksa her şeyi elimden alırlardı. Bu korkunç olurdu. Bugünlerde, iki ya da üç yüz bin doların alacağı muazzam miktardaki patatesi, ya da ekmeği, eti veya çırayı düşünüp şaşırıyorum.” Ernest'e dönüp, “Haklısın delikanlı,” dedi. “Emekçilere hak ettiklerinden çok az paralar ödüyorlar. Ben ikiyüzlü, sahtekâr sofulara yakarmaktan başka hiçbir iş yapmadım hayatımda, mesajı vazettiğimi sanıyordum, ama buna karşın beş yüz bin dolarlık bir adamdım. Bu parayla ne kadar çok patates, ekmek, tereyağı ve et alınacağını fark edene dek beş yüz bin doların ne anlama geldiğini bilmiyordum. Ve sonra bir şeyi daha fark ettim. Tüm o patateslerin, ekmeğin, tereyağının ve etin benim olduğunu ve bunları hak edip elde etmek için çalışmadığımı fark ettim. Sonra açıkça anladım ki, bunlar için bir başkası çalışmış ve hak etmiş ve bu hakları onlardan çalınmıştı. Ve yoksulların arasına girdiğim zaman, hakları ellerinden alınanları, maruz kaldıkları bu soygundan ötürü açlık ve sefalet içinde yaşayanları buldum."
Kısa bir süre önce, kendim üzerinde yapılan deneylerin de etkisiyle dert paratoneri olduğumu keşfetmiştim. Etrafımdaki insanlar, tanıdık olsun olmasın, çenelerini açar açmaz bütün sıkıntılarını üzerime boca ediyor ve her şeyi düzeltecek cümleler kurmamı bekliyorlardı. Elimde bir sihirli değnek tuttuğum izlenimini nasıl oluşturduğumu bilmiyordum. O dertleri topraklayacak bir mekanizmaya sahip değildim. Ve Allah biliyor ya, bir değneğim olsa o değneği alır... Neyse.
Bizi çevreleyen şeylere, onlara isim verdiğimiz –ve ötelerine geçtiğimiz– ölçüde tahammül ederiz. Ama, bir şeyi bir tanımla benimsemek, ne kadar keyfi olursa olsun –ne kadar keyfiyse o kadar da vahimdir, çünkü bu durumda ruh bilginin önüne geçer
(…) diyelim hasta bir kahve yetiştiricisiyse Whitehorn kahve hakkında her şeyi bilmek ister, onu nasıl yetiştirdiklerini, neler olduğunu ve kahveyi alçağa değil de yükseğe ekmenin neden daha iyi olduğunu falan sorardı. Eğer hasta bir on altıncı yüzyıl tarihçisiyse ona İspanyol Donanması'nın kuruluşu ve dağılışı hakkında saatlerce sorular sorardı. Bazen onun temposu beni sabırsızlandırırdı; işini hiç aceleye getirmezdi. Ama hastanın kendi psikotik düşünme tarzını ve paranoid sisteminin geniş parametrelerini yavaş yavaş ortaya döktüğünü tekrar tekrar duyar, irkilirdim. John Whitehorn bilge bir adamdı. Güncel psikanaliz fikirlerine ve jargonuna düşmandı ve kendi teorilerini hep yeni baştan kurdu. Sağduyusuna güvenir, her bir hastayı dinlemeye boş bir levhayla başlar ve her bir kişinin hikâyesini ayrı keşfederdi.