Gerçekten harika bir kitap. Kitabın konusu oldukça basit Drina köprüsünün Osmanlı zamanında yapılmasından bu yana başından geçenler ustalıkla yazılmış hikayesi. Osmanlının çöküşünü. Bunun etkilerini. O muhteşem yılları. İlk Milliyetçi akımların balkanları etkileyişini, işgali...
Kitabın belkide en önemli özelliği tarafsız bir dilde en karışık coğrafyalarından birini; Balkanları anlatması. Bu bence nobeli hakeden kısmı bu olmuş...
"Birini sevmeye söz verdiğiniz ya da ilk kez sevildiğinizi hissettiğiniz anları yeniden yaratamazsınız. Korku, hayranlık, bilinç, tutku ve arzuların birbirine karıştığı o anı yeniden yaşayamazsınız çünkü asla iki kez olmaz. "
Birini sevmek pirim yaptığı sürece onu sevenler,
sevdikleri gözden düşünce, gözünü oyuyorlar sevgilerinin.
Ona ait her şeyi özenle saklarken, ona ait her şeyi kabaca yok ediyorlar..
/ satılık nefesler
Zamanda yolculuğa hoş geldiniz....
Bir bölüm daha, bir bölüm daha derken bitire yazdım kitabı. Puslu kıtalar atlasından sonra bu maceraya atılmak şaşırtıcı olmadı aslına bakılırsa. Maceraya hazırlamıştım yani kendimi.(Asıl şoku Puslu Kıtalar Atlasında yaşadığımı itiraf ediyorum... Tamamen sürpriz bir şekilde maceranın ortasında buluvermiştim kendimi. )
Şimdi kitaba gelirsem, karakterler arasındaki geçiş çok fazla, birini bir yerde ve zamanda bırakıp diğer karaktere geçerken nerede kimde kalmıştık diyemeden edemiyor insan. Bu nedenle de hikayeye katılabilmek adına bırakamıyor. Ve birde çok fazla karakter var. Çoğu birbiriyle alakalı ama bazıları bağımsız. Örneğin Kalın Musa ve Veysel çok gerilerde kaldı. Tekrardan karşıma çıkacak mı diye merak ediyorum açıkçası.
Kitapta çok fazla yabancı kelime kullanmış ama kendinizi hikayenin akışına bırakıp okudukça az çok ne olduğunu anlıyorsunuz ki zaten her kelimenin anlamına bakacak olursak kitap bir ayda zor biter ve hikaye, hikaye olmaktan çıkar.
Şiirsel akıcı bir dil kullanılmış. Masalın içinde buluyorsunuz kendinizi. Ve bir de musiki konusu baz alınarak anlatılan masalda bir ney dinletisi açarak dinlemek masalı daha da kuvvetlendiriyor. Tavsiye ederim.
Aslında diğer kitaplar birbirleriyle alakalıdır diye umuyordum ama öyle değil. Her kitap birbirinden bağımsız gelişiyor. Sıradaki kitabı okumayı sabırsızlıkla bekliyorum.
Küçükken babaannemin anlattığı masallara çok benzetiyorum ben İhsan Oktay Anar ın kitaplarını...
Türkiyenin sayılı dürüst yöneticilerinden birini anlatıyor. Bunu yaparken de terör gibi hala devam eden yaralara, bölgenin çilelerine, dönen hesaplara dokunuyor.
Alix alayci bir ses cikardi.Dogrusu,buraya neden geldigini gercekten bilmiyordu.Belki de cocukluguyla ilgili hatirladigi bazi anilardan ya da duygulardan dolayi buradaydi.Cocukluk yillari aklindan silinmisti.Mahkemenin atadigi doktorlar,Alix'in cocukluk amnezisi denen bir hastaligi oldugunu soylemisti.Bunun ne demek oldugunu bilmesede arada sirada aklindan hayal meyal bir ani geciyordu.Cocukliguyla ilgili cok az sey hatirliyordu.Harirladigi tek sey, anne babasinin surekli kavga etdigiydi.Ikisi arasinda tartisma cikar, Alix de yatak odasindaki dolaba saklanirdi.Dolabin kapagini be gozlerini kapatir,hayatinda bagiris cagirisin ce dayagin olmadigina inandirmaya calisirdi kendini.O dolapta baska bir ailesi vardi.Oradaki hayali dunyada anne-babalar bir birini cok seviyor,kimseye bagirmiyor ve kavga etmiyordu.Hayali dunyasindaki buzdolabi yarisina kadar biralarla dolu degildi.Okuldan eve geldiginde hep masanin uzerinde kurabiyeler ve sut oluyordu.Gecen seneler boyunca bu dusunceler Alix'in aklinda gercekler kadar yer etmisti.Net olarak hatirladigi seylerden biri de onu seven hayali annesinin orgu orduguydu.