Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Burak KAYA

Burak KAYA
@brakkya
Resim Öğretmeni
Marmara Üniversitesi
Sakarya
1994
10 okur puanı
Şubat 2020 tarihinde katıldı
Acaba Nerval'in aklı bir anda başına geldi de buna katlanamadığı için mi intihar etti, yoksa deliliği uç bir noktaya ulaşıp da onu tamamen tükettiği için mi? Nerval'i sabahın soluk ışıklarında buldular (her zamanki gibi başkalarının mutsuzluklarından ilham alan Dumas'nın aktardığına göre "şapkası hâlâ başındaydı"). Peki ya biz neden yürüdüğümüzü biliyor muyuz?
Sayfa 134Kitabı okudu
Reklam
Ah, evet, sınırsızdır sessizlik... Kendi üzerinde değişmez biçimde, hata yapmaksızın, yıpranmaksızın dinlenerek. Orada, Gökyüzü altındaki her şeyin Ana Kaynağı görülebilir. Adı, bizce bilinmez bu kaynağın: Ama onun, aynı zamanda Yol olduğu bilinir.
Büyünün bozulması, alışılmış duyguları ve kıvançları çarpıtıp çirkinleştiriyor, sararıp solmalarına yol açıyordu; parkın burcu burcu kokusunun yerinde yeller esmekteydi artık; orman eski çekiciliğini yitirmiş, çevremdeki dünya tasfiye edilen bir mağazada satışa çıkarılan modası geçmiş malları anımsatıyordu, işte öylesine yavan ve zevksizdi; kitaplar bir kâğıt yığını, müzik ise bir gürültüydü yalnızca. Sanki güz ortasında bir ağacın dört bir yanından yapraklar dökülüyordu da, ağaç bunun farkına varmıyordu; ağacın üzerinden yağmur aşağılara süzülüyor, güneş ya da ayaz üzerinden gelip geçiyor, yaşam yavaş yavaş gerileyerek ağacın en iç kısmında alabildiğine dar bir bölgeye sıkışıyordu. Ama ağaç ölmüyor, ağaç bekliyordu.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
İnsan övgüler düzülen yarı tanrıdan başka nedir ki! Ne zaman gereksinim duysa, güçlerinden yoksun kalmıyor mu? İster sevinçten uçsun, ister üzüntüden ölsün, her iki durumda da, sonsuzluğun zenginliğiyle kendini yitirme özlemi duyup, o soğuk ve hissiz bilincine yeniden kavuşturulduğu anda engellenmiş olmuyor mu?
Büyük kentler, hiç uykuya yatmayan, yirmi dört saat bir nabız gibi atan kentler; insanların gelip gittiği, sevip öldüğü kentler. Orada oturmuş, büyük kentlerin dinamiğinin de bir anlamda vahşi doğanınkine benzediğini düşünüyordum. Filizlenen insanlar ya da beton duvarlar arasında yavaş yavaş çürüyenler... Koşan, yürüyen, yatan, ayakta duran, kanlı biftekler yiyen, boş karnına içip kusan insanlar... Çok çeşitlilik! Hep bunu aramıştım ben. Daha küçük bir oğlan çocuğuyken doğadaki hayvanların, böceklerin, bitkilerin, ağaçların çeşitliliği büyülemişti beni. Daha sonraları insan doğasındaki çeşitliliğin peşinden koştum. Bataklıktan yavaş yavaş kendini kurtaran insanlardaki inanılmaz güç. Kendine gelip, psikozdan kurtulan Ed gibi mesela... Bir de dipsizliğe doğru durmadan düşenler. Kendini yok eden çiçekler gibi başlarını toprağa, yerkürenin öbür ucuna, Çin'e doğru sokanlar. Düşleri zengin, ancak günlük hayatı ve gerçekleri idare edemeyenler. Kafamda türlü çeşitli izlenimler vardı. Bir anahtar kelime verildiğinde bir roman yazabilecek kadar.
Reklam
Hayatının sonuna kadar, yaşadığın güçlüklerden doğan iyi şeyleri aklında tut. Bunlar senin ustalığının kanıtı olacak ve başka engellerle karşılaştığında sana güven aşılayacaktır.
Sayfa 139Kitabı okudu
Işığın savaşçısının savaşa girmekten korktuğu olmuştur. Işığın savaşçısının, herhangi bir zaman, yalan söylediği ya da birisine ihanet ettiği olmuştur. Işığın savaşçısının, kendisine ait olmayan topraklara girdiği olmuştur. Işığın savaşçısının, çok önemsiz nedenler yüzünden acı çektiği olmuştur. Işığın savaşçısının, hiç değilse bir kez, ışığın savaşçısı olmadığını sandığı olmuştur. Işığın savaşçısının manevi görevlerinde kusur işlediği olmuştur. Işığın savaşçısının "hayır" demek isterken "evet" dediği olmuştur. Işığın savaşçısının sevdiği birini kırdığı olmuştur. İşte bu yüzden ışığın savaşçısıdır o, bütün bunları yaşadığı ama yine de daha iyi biri olacağına ilişkin umudunu yitirmediği için.
Dinliyorum ve solgun bir ışıkla aydınlanan ama yeterince aydınlanan, donmuş ve sakin bir göğün altında sonsuza doğru yuvarlanıp duran bir dünyanın, donmuş bir dünyanın sesini işitiyor ve kaleme alıyorum. Sanki ağırlıklar altında ezilmiş gibi, her şeyin pes edip teslim olduğunu söyleyen bir mırıltı işitiyorum ama burada altında ezilecek ağırlıklar yok, toprak üzerine sağlam basılacak cinsten değil, gün ışığı da hiç gelmeyecek gibi gözüken bir sona doğru yayılıyor. Çünkü gerçek ışığın da ayakta duran ya da bir temel üzerinde yükselen bir şeyin de bulunmadığı ama yalnızca sabahı belleğinden silmiş, gece umudunu yitirmiş bir gök altında sonsuz bir parçalanma içinde süzülüp giden bu eğik nesnelerin doldurduğu bu yalnızlıkların nasıl bir sonu olabilir? Bu nesneler, hangi nesneler, nereden gelmiş, neden yapılmış? Görünüşe bakılırsa hiçbir şey kımıldamıyor burada, hiç kımıldamamış, asla da kımıldamayacak.
Şu karanlık şeyler nasıl da bir büyü taşıyor. Çünkü elveda demek zorunludur, zamanı geldiğinde elveda dememek budalalıktır. Geçmiş günlerin ışığını, biçimlerini düşündüğünüzde pişmanlık duymazsınız ama pek düşünmezsiniz onları; neyle düşüneceksiniz ki?
Müzik adamın uzak dünyasına, aydan bile ötelerde sakladığı dünyasına bile ulaşabiliyordu; müzik mucizeler yaratabilirdi.
Reklam
Gerçeklik, baskısını ancak gündelik yaşamın gereksinimlerinde duyurmaktadır: yeme ve içme, barınma ve giyinme gereksinimi, zehir içerek ya da üst katların pencerelerinden atlayarak canına kıymaktan sakınma gereksinimi gibi. Gerçi yaşam ile ölüm arasında, bedensel zevk ile bedensel acı arasında hâlâ bir ayrım vardır, ama hepsi bu kadar.
Sayfa 215Kitabı okudu
İnsanlar, "her şey geçer," derler – fakat bu dehşet verici bayağılığın menzilini kaç kişi kavrar? Kaç kişi hayattan kaçar, hayat için şarkı söyler ya da ona ağlar? Hayatın beyhude olduğu kanaatiyle kim dolmamıştır? Ama kim bunun sonuçlarıyla yüzleşmeye cesaret eder?
Hakikaten yalnız varlık, insanlar tarafından terk edilmiş değil insanlar arasında acı çekendir; kendi çölünü peşi sıra panayırlarda sürükleyen ve mütebessim cüzzamlık, tamiri imkansızlık komedyenliği yeteneklerini sergileyendir.
Özgürlük gösterişinden, kibrimizin oyunundan nasıl vazgeçebilirdik ki ?
Kanamanın önüne hiçbir şey geçemediğinde, fikirler bile kırmızıya boyanır, ya da tümörler gibi birbirinin üzerine tırmanır.
Bir hastanenin bekleme salonundaydım: Yaşlı bir kadın bana dertlerini anlatıyordu... İnsanların tartıştıkları şeyler, tarihteki kasırgalar - onun gözünde bir hiçtiler: Zaman ve mekân içinde bir tek onun derdi hüküm sürüyordu. "Yemek yiyemiyorum, uyku uyuyamıyorum, korkuyorum, mutlaka cerahat var," diye sıralıyordu, dünyanın kaderi buna bağlıymış gibi çenesini sıvazlayarak... Tiridi çıkmış, çenesi düşük bir kadının kendine dikkat edişindeki bu aşırılık, önce beni dehşetle tiksinti arasında kararsız bıraktı; sonra, sıra bana gelmeden hastaneden çıktım gittim, ağrılarıma ilelebet sırt çevirmeye karar vermiştim... "Her bir dakikamın elli dokuz saniyesi," diye söylendim sokaklarda, "acıya ya da... acı fikrine vakfedilmiş. Keşke bir taş olabilseydim! Yürek': Bütün azapların kökeni... Nesneye imreniyorum.. maddenin ve donukluğun lütfuna... Küçük bir sineğin gelgiti bana kıyamet bir iş gibi görünüyor. Kendinden çıkmak günah işlemektir. Rüzgâr, havanın çılgınlığı! Müzik, sessizliğin çılgınlığı! Bu dünya hayatın önünde pes ederek hiçliğe karşı kusur işlemiştir... Hareketten ve rüyalarımdan istifa ediyorum. Nâmevcudiyet! Tek zaferim sen olacaksın... Arzu', sözlüklerden ve ruhlardan hepten silinsin! Yarınların baş döndürücü şakası önünde geriliyorum. Ve bazı ümitlerimi hâlâ muhafaza etsem dahi, ümit etme melekemi hepten kaybettim."
Reklam
Günlerin olmadığı, bir uzamdan yoksun, olanaksız bir sesin, olanaksız bir varlığın ürünü burada bir gün olsaydı eğer, bir günışığı görülseydi, her şey sessizliğe, boşluğa ve karanlığa bürünürdü, çok geçmeden, her şeyin sona ereceği, her şeyin söylenmiş olacağı, şu anki gibi, diyor ses, fısıldıyor.
Sayfa 160Kitabı okudu
...bununla uğraşmasını bilenlere, bununla uğraşmak isteyenlere, yeterince gücü olanlara, yeniden denemek için gücü olanlara. Evet, gece olacak, sis dağılacak, tüm dalgınlığıma karşın tanıyorum sisimi, rüzgâr sakinleşecek ve gece göğü bana yolumda bir kez daha kılavuzluk eden Büyük ve Küçük Ayı Takımyıldızı da içinde olmak üzere tüm ışıklarıyla açılacak dağın üzerinde, hadi bekleyelim geceyi. Her şey karışıyor birbirine, zamanlar, zaman kipleri karışıyor birbirine, başlangıçta burada bulunuyordum yalnızca, şu anda hâlâ buradayım, birazdan artık bulunmayacağım burada...
Sayfa 1000Kitabı okudu
Anılar bitiriyor insanı. Öyleyse size önemli gözüken belli şeyleri düşünmemeniz gerekiyor, daha doğrusu düşünmeniz gerekiyor, yoksa bunların belleğinizde yavaş yavaş canlanma tehlikesi beliriyor. Toparlarsak eğer, her gün, günde birkaç kez, belli anlarda düşünmelisiniz bunları, hepsi de bir sis bulutuna gömülüp tanınmaz hale gelene kadar uzun uzun düşünmelisiniz. Düzen böyle.
Otoritesizliğin, etkide bulunmamanın, baskı kurmamanın ama düzenin olması zorunluluğunun ve geri kalan her şeyin gerçeğini, hakikatini hep birlikte sadece yüzeysel olarak değil ama derinlemesine bir şekilde - birlikte - görebiliyor muyuz?
Kuralın dışına çıkmanın mantığını, konusunu, anlamını görüyorum. Onu kokladım, tattım. Onu anlıyorum. Beni kıpırdatamazsınız. Hiçbir bedel için kendi temelime geri dönmeyeceğim. Artık onun dışındayım.
Kuşun biri göğü yararcasına süzülüyor, rüzgarla şakalaşıyor sanki. Bir o yana bir bu yana gidiyor, yükselip alçalıyor, bir türlü çözemediğim bir mantığa göre hareket ediyor adeta. Belki de mantıklı olan tek şey şu dünyada hoşça vakit geçirmektir.
Reklam
"Mutlu olmak hiç ilgimi çekmiyor. Aşk ve tutkuyla yaşamayı yeğlerim, ki bu tehlikelidir çünkü karşımıza neler çıkacağını hiç bilmeyiz."
Siddhartha isterse binlerce kez Ben'den kaçıp gitsin, hiçlikte yaşasın, hayvanda, taşta kalsın bir süre, sonunda yine Ben'e dönüşün elinden kurtulamıyor, vakti gelince yine kendini bulmaktan kaçamıyordu, güneş ışığında ya da mehtapta, gölgede ya da yağmurda, yeniden Ben oluyor, Siddhartha oluyor ve zorunlu çevrimin sıkıntısını duyuyordu yine.