" Hayâl kırıklığının kötü olduğu söylenir. Düşüncesizce varılmış bir önyargı. Hayâl kırıklığı yoluyla değilse hangi yolla keşfedebiliriz neler beklemiş, neler ummuş olduğumuzu? Bu keşifte değilse nerede yatar insanın kendini tanıması?
Hayal kırıklığı olmazsa insan kendisi hakkında aydınlığa kavuşur mu? Hayal kırıklıklarına, onlar olmasaydı hayatımız daha iyi olurdu diyerek, içimizi çekerek katlanmamalıyız. Onları biriktirmeli, bulmalı, toplamalıyız. (...)
Kim olduğunu gerçekten öğrenmek isteyen biri, hayâl kırıklıklarını durup dinlenmeden, tutkuyla biriktirmelidir ve hayâl kırıklığı doğuran deneyimleri biriktirmek bir hastalık gibi olmalıdır, hayatının her şeyi belirleyen hastalığı; çünkü öyle olursa, hayâl kırıklığının yakıcı, zararlı bir zehir olmadığını, bizi oluşturan gerçek çizgiler konusunda gözlerimizi açan serin, yatıştırıcı bir merhem olduğunu apaçık görebilir.
Sadece başkalarını ya da durumu ilgilendiren hayâl kırıklıklarıyla ilgilenmemelidir kişi. İnsan, hayâl kırıklığının, kendini kendisine götüren bir elkitabı olduğunu keşfederse, yaşadığı hayâl kırıklıklarını öğrenmeyi arzular: Cesaret eksikliği ve yetersiz samimiyet gibi, ya da insanın kendi duygularına, eylemlerine ve sözlerine çektiği korkunç derecede dar sınırlar gibi. Öyleyse kendimizden ne bekledik, ne umduk? Sınırlarımız olmadığını mı ya da olduğumuzdan bambaşka kişiler olduğumuzu mu? "