Yan yana duran iki ayrı dünya var. Birinde, iktidar savaşı hemen hemen hiç değişmeden sürüp gidiyor. Diğerinde ise önemli olan ikdidar değil, saygı. İktidar artık saygıyı garanti etmiyor. Dünya üzerindeki en güçlü insan, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı bile herkesin saygısını kazanacak kadar güçlü değil; kimsenin itaat etmek zorunda olmadığı Rahibe Teresa muhtemelen ondan çok saygı görüyor.
Saygı geleneksel olarak iktidara tahvil edilen bir şeyken bu gün sırf kendi hatırına rağbet görür oldu, insanlar saygıyı pişirilmiş değil çiğ olarak tercih ediyor artık. İnsanlığın büyük bölümü hak ettiği saygıyı görmediği duygusuyla yaşıyor, saygı kazanma isteği pek çok insan için iktidar kazanma isteğinin önüne geçmiş durumda. Eskiden -zengin olmanın yolu bundan geçtiği için- ortaya mümkün olduğunca çok çocuk çıkarmaya hizmet eden, bugün ise seçilmiş bir arkadaş çevresini de içine alarak karşılıklı saygı ve sevgi bağları geliştirmeyi amaçlayan aile hayatı, ilgi merkezi konumuna yerleşiyor. Kimden nefret edip kimden hoşlanacağınızı arlık klan ya da devlet belirlemiyor.
İktidar sahipleriyle, bir yandan hâlâ korku uyandırsalar bile, tarihle hiç olmadığı kadar dalga geçiliyor. Hayalın, hiçbir kralın kalkışmadığı ka dar çok cephesini kontrol etmeye çalışan modern hükümetler, ken dilerini durmadan küçük düşürüyorlar, çünkü koydukları kanunlar na diren işlevini yerine getiriyor, çarpıtılıp deliniyorlar, gidişatın esas sorumlusu olan zihniyetleri değiştirmekte, spekülasyona ya da global okonomik eğilimlere göğüs germekle genellikle başarısız oluyorlar.
Mert Başaran’ı severek takip ediyorum bu kitabını da çok severek okudum ufak ufak doğru birikimler yaparak hayatımızı nasıl daha iyi hale getirebileceğimizi anlatıyor. Çok basit teknikler olduğu için bildiğimiz şeyler gibi geliyor insana ama insan unutan bir varlık ara ara tekrar okumak gerekir.
Usdışı inanç, ezebilecek kadar güçlü, her şeyi bilen ve saltık erk sahibi olduğu hissedilen bir güce boyun eğmekten; insanın kendi gücünden ve kuvvetinden vazgeçmesinden kaynaklandığı halde, ussal inanç bunun karşıtı olan bir deneyim üstünde temellenir. Biz bir düşünceye, kendi gözlemlerimize ve insanlığın gizilgüçlerine, ancak kendi gizilgüçlerimizin gelişimini, kendimizdeki gelişmenin gerçekliğini, us ve sevgiye ilişkin kendi gücümüzün kuvvetini duyumsamış olduğumuz ölçüde ve bu yüzden inanç duyarız. Ussal inancın temeli üreticiliktir. İnancımızla yaşamak, üretici bir şekilde gelir. Bu, üretici etkinlikten ve her birimizin bu etkinliği yüklenmiş olan etkin özneler olmamız deneyiminden ortaya çıkan bir kesinliktir. Buradan, (baskı anlamında) güce duyulan inancın ve güç kullanmanın, inancın tersi oldukları sonucu çıkar. Var olan güce inanmak, henüz gerçekleşmemiş olan gizilgüçlerin gelişmesine inanmamakla özdeştir. O, yalnızca kendini açıkça gösteren şimdi üstünde temellenen geleceğe ilişkin bir önbilidir (kehanet). Ama bu önbili insansal gizilgüçlere ve insansal gelişime ilişkin son derece usdışı dikkatsizliği yüzünden büyük bir yanlış hesap şekline dönüşür.
Kierkegaard örneğinde olduğu gibi, Batılı büyük filozofların yaşam öyküleri çoğu zaman bir trajediden ibarettir. Bu gerçeği 1200'lerde fark eden Hz. Mevlânâ, filozofları tek kanatlı kuşlar olarak tanımlamıştır.
"İnsan kendisinin yoksulluğunu, yoksunluğunu bir zenginliğin görkemi yanında, bahtsızlığının büyük acısını bir mutluluk gösterisi karşısında daha büyük bir acıyla anlar."