Türk edebiyatının kıyıda köşede kalmış, daha doğrusu kalmaya mahkum edilmiş muazzam bir ismi Fahri Erdinç. Yazarın yaşamı ve yazını hakkındaki bilgilere, bu platform dolayısıyla az çok sahip olduğunuzu düşündüğüm için değinmeyeceğim. Fahri Erdinç'i hâlâ tanımayan arkadaşlara ise, yazarın otobiyografik romanı Acı Lokma' yı ya da hiç değilse roman
Spoiler içermektedir.
JACK LONDON-MARTİN EDEN
555 sayfalık bir roman. Martin EDEN adlı ana kahramanın bireysel aydınlanma serüveni. Jack LONDON’un hayatıyla paralelelikleri nedeniyle otobiyografik bir roman.
1800’lerin sonları ve 1900’lerin başlarını anlatan yazar; sömürü yıllarında bir gemi işçisi olan Martin Eden’in bir burjuva kızı
Kibarlık Budalası, bir politik hiciv olarak Fransa Kralı XIV.Louis’in talebiyle Moliere tarafından yazılmış bir komedyadır.
Hicivin merkezini Osmanlı Devleti’nin o yıllarda Fransa’ya atadığı Elçi Süleyman Ağa oluşturmaktadır. Süleyman Ağa saraya davet edilmiş, kral huzuruna çıkmış ve ziyareti esnasında Osmanlı Padişahı’nın sarayının Fransız
Hayat telaşı içerisinde uzun zamandır inceleme yazamamış olmanın susuzluğunu gidermem konusunda beni kamçılayan, hemen bitmesin diye sindire sindire okuduğum bir kitabın son sayfasını kapattım az evvel. Doğrusunu isterseniz biraz hüzünlüyüm biraz da umutlu.
Klişe belki ama sokakta ya da yan dairenizde bir insan şiddete uğrarken onun acısına
İslam, on dört asır önce cehalet, zulüm ve şiddetle idare edilmekten bıkıp usanan insanları nasıl kurtarmış, onlara nasıl bir medeni hayat hazırlamış ise, bugün de kapitalist ve komünist sömürü sistemlerinin zulüm çarkları arasında ezilen insanlığı da kurtaracaktır. Bugün egemen olan Batı tipi hayat tarzı bir fuhuş ve sömürü düzenidir. Şeytani bir düzendir. Cahiliyenin bütün özelliklerini taşımaktadır. Bu düzenin geleceği yoktur ve inşaallah bütün cahiliye düzenleri gibi mutlaka yok olacaktır.
Aradaki Nehir; Kenya tarihine ve kültürel yapısına alegorik bir dokunuşla dikkat çeken atmosferi ılık bir kitap. Kıtanın malum karalığının ,gün ışığında belirmesini sağlamak için yazarın çabaladığını, bunu yaparken alt metindeki suyun sesini usulca duyurmak istediğini kurgu boyunca hissetmek mümkün.
Bu kitabı, Kenya'nın geçmiş perspektifinde sömürü yasasının nasıl yerleştiğini ve neden kök saldığını ve aslında bu kırılmaz görünen kuvvettin neden her hamle sonucu güçlendiğini duyuran bir ses ve bir görev romanı olarak niteliyorum.
Kitapta,Sömürgeci Beyaz Adam bir yağmur metaforuyla karşımıza çıkıyor. Yağmur toprağa dokunuşuna göre lütuf ya da lanet olabilir ki bu yağmurun(Beyaz Adam'ın) bir gerçeği vardı: Toprağı götürüyor, çürütüyor ve hatta çalıyordu.Bunları yaparken faydalandığı şey iki dağ sırtı halkının kardeşliğini bozmak ve yeni şeyler va'dederek halkın kalbi değerleriyle gelenekleriyle oynamaktı.Sömürge anlayışının çarkı bu rüzgarla besleniyordu.Önünde durmaya çalışan Waiyaki adlı genç, kalbinde birbiriyle çatışan çağrıların ve sadakatin mücadelesini verirken tökezleyeceği tek bir şey vardı: Cehalet
Aradaki Nehir Honia, adı gibi şifa özelliğini yitirip sadece umarsızlığa mı akacaktı acaba ve Beyaz Adam taktığı çelme var oldukça dağ sırtlarında yerleşmeci olmaya hak(!) mı kazanacaktı?Çok derinlerden uzaklardan gelen kara bir çığlık bu kitap.Duymak isteyenlere tavsiye ediyorum.Esen kalın#1001kitap
Aradaki NehirNgugi Wa Thiongo · Ayrıntı Yayınları · 2016326 okunma
"Oğlu olarak yetiştim
Varlıklı insanların. Ailem
Boynuma bir yaka takıp yetiştirdi beni
Hizmet edilecek biri olarak ve öğretti bana
Buyurma sanatını. Ama
Büyüyüp çevreme baktığımda
Sevmedim sınıfımın insanlarını
Buyurmayı ve hizmet edilmeyi
Ve terkedip sınıfımı katıldım
Yoksul insanların arasına"
Brecht'i tanımayanlar için bir tanıtım
Bizimle birlikte yürümeli ve
Değiştirmelisiniz
Dünyanın yasasını ve
Ana yasayı.
Her şey değişecektir;
Dünya ve insanlık,
İnsanların sınıflar ayrılmasından doğan düzensizlik
Sömürü ve cehalet.