"Bu arada sefilhaneler toplumun ıskartaya çıkardığı sefillerden geçilmiyor; yoksullar doktor yokluğundan düşkünler koğuşunda ölüyorlar. Cezaevleri öylesine dolu ki mahkumlar yerlerde yatıyorlar. İnsanları satranç piyonları gibi kullanan toplum yüzünden akıl hastanelerinde boş yatak yok...
Bir aydın ya da yazar olarak kendi kıçın kapanda değilken bu hoşlukları gözlemlemek pek memnuniyet verici. Aydın ve yazarların sorunu bu- kendi rahatları ve kendi acıları dışında fazla bir şey hissedemiyorlar. Ki doğal ama boktan."
Hapishaneleri iyileştirmek mümkün değildir. Hapishaneler reformdan geçirildikçe iğrençleşir: Modern cezaevleri ortaçağ zindanlarından çok daha kötüdür. Toplum karşıtı eğilimleri tedavi etmenin en iyi yolu insana anlayışla yaklaşmaktır. Kropotkin şu sonuca varır:
Siyasal örgütü olmayan ve bu nedenle bizler gibi kolayca ayartılamayan insanlar gayet iyi anlamışlardır ki, "suçlu" denilen insan sadece talihsizdir; çare onu dövmek, zincire vurmak ya da bir darağacında veya bir hapishanede öldürmek değil, en kardeşçe yaklaşımla, eşitlik temelinde davranarak ona yardımcı olmak, hayatını dürüst insanlar arasında geçirmesini sağlamaktır.
Aslında doğru düzgün yorum yapmak gibi bir yeteneğim yoktur. Sadece 3-5 cümleyle birşeyler yazar bırakırım ama bu guzel kitap hakkında hiçbir yorum yok ve çok az okunmuş sırf bunun için biraz uzun ve ayrıntılı bir yorum yapmaya çalışacağım.
İlk olarak kitabın konusu Abuzer isimli bir adamın 12 eylül döneminde yaşadıklarıdır. Abuzer vurdumduymaz, saf ve açık sözlü biridir.
Abuzer İstanbul 'a çalışmak için gelir, gelir fakat geldiği gibi şehirden çıkartılır. Çıkartıldığı gibi şehre yeniden girer. Daha sonra kendini karakolda sorgulanırken bulur...
Yazarı ilk kez duydum arkadaşın önerisi ile okuduğum bu yazardan bu kadar güçlü bir kalem beklemiyordum açıkçası.
Hiyerarşik düzeni her bölümde müthiş bir şekilde iğneleyerek asıl yüzünü göstermeyi çok net bir şekilde başarabilmiş. 12 eylül dönemi hakkında pek bir bilgim olmasa da cezaevlerinde neler olduğu konusunda az buçuk bir bilgim var ki kitapta zaten en çok eleştirilen ve yerden yere vurulan tam anlamıyla ALAY EDİLEN ,Tİ'YE ALINAN konu hiyerarşi ve cezaevlerinin durumudur.
Her ne kadar yazar bunu Abuzer ile güldürerek anlatsa da karanlık dönem, siz gulerken arkaplanda sıkı bir şekilde eleştirilmiş...
Hatta size şöyle açıklayayım: eğer siz kitaptan Abuzer'i cıkarırsanız elinizde "cezaevleri ve hiyerarşik düzen" adlı bir kitap kalacaktır...
Son olarak siyasetten sıkılanlar ya da siyasi kitap okumak istemeyenler ya da 12 Eylülü merak edip deneme inceleme şeklinde değilde tam bir roman tadında okumak isteyenler bu kitabı alın okuyun. Hiç kaçırmayın derim...
Bittikten sonra Abuzer'i özlemedim değil... Vay be...
Vatandaş AbuzerYücel Sarpdere · Evrensel Basım Yayın · 2012652 okunma
"İnsanın bir sineğin kıçına bile zarar vermeden evine varabileceği, sarhoşluk sınırında olan pek çok durum var ve birileri onu durduruyor ve sırf cezaevleri var ve kullanılması gerekiyor diye, içeri atılıyor." (sayfa-63)
Dolu cezaevleri ülkelerin sorunu değil, rejimin sorunudur. Hele bu cezaevlerinde bozuk düzen devam ediyor ve sorunun arkası bir türlü alınamıyorsa... İşte tam da böyle bir dönemi yaşıyordu Fransa.
Her yere yetişir
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama
Çocuğum beni bağışla
Ahmet Abi sen de bağışla.
Boynu bükük duruyorsam eğer
içimden böyle geldiği için değil
KAYSERİ CEZAEVİ’NDE DENİZ GEZMİŞ
VE ARKADAŞLARINA YAPILAN YASA DIŞI
MUAMELELER HAKKINDA AVUKATLARIN
BAŞVURUSU
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve diğer
arkadaşları önce Ankara’ya getirilmişler ve daha sonra
güvenlik mülahazası ile Kayseri Cezaevi’ne götü-
rülmüşlerdir. Bu cezaevinde tutuklular ayrı ayrı hücrelere
kapatılmışlardır. Aşağıdaki dilekçeler yasaya
ve Cezaevleri Yönetmeliği’ne aykırı olan bu işlemin
kaldırılması için tutuklu avukatları tarafından yapı-
lan başvuruları göstermektedir.
Ne zaman ki, demokrasi dediğimiz, o halkın mutluluğu yolundaki gerçekleri, karşılıklı anlayış ve sevgi ile, tartışa tartışa bulmaya çalışan, çalışması gereken bir rejimde, devlet gücünü ellerinde tutanlar -belli bir partinin temsilcileri olarak gerçeğe yalnız kendilerinin sahip olduğunu ileri sürer, gerçek üzerinde bir tekel kurmaya çalışırlarsa, o zaman düzen, bir «ölüm kararı» olur. Ne zaman ki, iktidardaki insanlar, akla mantığa rağmen, halkın mutsuzluğu pahasına ve kendi doğruları yararına sokağı baskıyla, zorla susturmaya kalkışırlar, o zaman ölüm kararı ertelenmemiş olur. Ertelenmeyince de bütün bir ülke koskoca bir cezaevine döner. Ne diyor Bernard Shaw? «Değil mi ki, cezaevleri var, hangimizin içinde olduğunun önemi yok.»
Hz. Mevlâna günümüze, asırlar öncesinden şöyle seslenmektedir: Beni çokça konuştunuz, sıkça andınız, afişlerde sözlerim sloganlaştı, ziyaretime koştunuz, andınız ancak beni anlamadınız. Anlasaydınız evlerde kavga tütmezdi, trafik ışığında geç kaldın diye cinayet işlenmezdi, yan baktın omuz çarptın diye insanlar canice bakışmazdı. Beni anlamış olsaydınız, bir elin parmakları gibi olan kardeşler terör belası ile kan kaybetmezdi. Ben "Gel" dedim, geldiniz peki gelişinizle yüreğinize ne doldurup sizde neler değişti? Cezaevleri neden tıka basa dolu? Ahlak, birlik, yardımlaşma, halden anlama masallarda kalan meziyetler olmazdı. Sahi beni gerçekten anladınız mı? Ben sizin için yanıp tutuştum, avucumda denizleri çöllerinize taşıdım, hani yetiştirdiğim güller? Beni olduğum gibi anlasaydınız. Ah anlasaydınız. Ağlatmazdınız anaları. Beni anlamış olsaydınız gökkubbe altında hoş bir sedâ bırakmanın, hoşça bakmanın mutluluğuna ermeyi o kadar kolay yakalardınız ki.