Bu arada, nasılsa çok geçmeden hepsinin teker teker evleneceğini düşünen anaları Naze bunca sözcük ve sayıyı öğrenmek için neden bu kadar zahmete girdiklerini anlamazmış. Ama kocası bütün kızlarını okutmak konusunda kararlıymış. "Her gün onca yol gidip geliyorlar. Ayakkabıları eskidi" diye söylenirmiş Naze. "Ne için?" "Anayasayı okuyabilsinler diye" dermiş Berzo. "Anayasa ne ola ki?" "Kanun tabii, cahil kadın! Büyük kitap! Müsaade edilen şeyler var, yasak olan şeyler var; aradaki farkı bilmiyorsan yanmışsın demektir." Hâlâ ikna olmayan Naze dudaklarını büzermiş. "Kızların koca bulmasına ne faydası olacak bunun?" "Bir gün kocaları onlara fena muamele ederse sineye çekmeleri gerekmez. Çocuklarını alıp çıkıp giderler." "Ya nereye gidecekler?" Berzo bu sorular karşısında şaşakalmış; bunları hiç düşünmemiş ki. "Babalarının evine sığınırlar elbet." "Hmmm, demek bunun için her gün onca yol yürüyüp kafalarını dolduruyorlar, ha doğdukları evde kalsınlar diye, he mi?" "Kalk da bana çay getir hadi. Fazla da konuşma!" "Allah yazdıysa bozsun" diye mırıldanırmış Naze mutfağa yollanırken. "Kızlarımdan hiçbiri kocasını terk etmeyecek. Eden olursa eşek sudan gelinceye kadar döverim, o zamana ölmüş olsam bile. Hortlak olur geri gelirim vallahi!"
Bunlar efsun falan biliyorlardı, suyu şaraba çevirebiliyorlardı ve her biri de beş dilim ekmekle bin kişiyi beslemekte hiç zorlanmazdı. Ama büyücü olmalarının nedeni bunları yapabiliyor olmaları değildi. Bunlar ıvır zıvır şeylerdi, yani zahiri şeyler. Büyücüydüler, çünkü çok şey biliyorlardı; öyle çok şey biliyorlardı ki, sonunda nicelik niteliğe dönüşmüştü ve böylece dünyayla, sıradan insanların ilişkisinden başka türlü bir ilişki içine girmişlerdi. Bunlar, evvela insanların mutluluğu ve insan hayatının anlamı sorunlarıyla meşgul olan bir Enstitü'de çalışıyorlardı ama bunların aralarında bile hiç kimse, mutluluğun ne olduğunu ve şu hayatın anlamı denen şeyin de neyle ilgili olduğunu kesin olarak bilmiyordu. Böylece, işler bir varsayımı kabul etmişlerdi: Mutluluk bilinmezin ara vermeksizin kavranması sürecidir, hayatın anlamı da budur. Her insan, ruhunun derinlerinde bir büyücüdür ama insan, ancak kendi hakkında daha az, başkaları hakkındaysa daha çok düşünmeye başladığında, çalışmak onun için, bu kelimenin eski anlamında olduğu gibi eğlenmekten ziyade ilginç hale gelmeye başladığında büyücü olunur. Belki de bu varsayım, hakikatten fazla uzak değildi, çünki tıpkı emeğin maymunu insana dönüştürmesi gibi, onun yokluğu da çok daha kısa bir sürede insanı maymuna çevirir. Hatta maymundan bile kötüsüne.
Sayfa 150Kitabı okudu
Reklam
Zelilane sevmek...
Ben hayatta herkese karşı lakaydimdir...Bu bende sevmek hissinin mefkudiyetinden değil çok fazla oluşundandır.Ben sevdiklerimi köpek gibi severim yavrum...Zelilane severim...
Sayfa 18 - Yapı Kredi yayınları
Sadece bir övgü, takdir sevdiklerimizin hayatını değiştirebilir.
Fakat, zamanla Keith yaşamın en derin anlamının başarılarda değil, ilişkilerde bulunduğunun farkına varmıştı. Allison'a ve onun ilgi alanlarına daha fazla önem vermeyi öğrendi. Bu   yüzden, bir gece Allison'un makalelerinden birisini alıp okudu. Bitirdiğinde, Allison'un kitap okuduğu dinlenme odasına gitti. Büyük bir heyecanla dedi ki, "Okumanı kesmekten nefret ediyorum, fakat sana şunu söylemeliyim. "Tatillerde En çok Yararı Sağlamak" üzerine yazdığın makaleyi okumayı yeni bitirdim. Allison, sen mükemmel bir yazarsın. Bu şeyin yayınlanması gerekir! Netlikle yazıyorsun. Sözlerin kafamda canlandırabildiğim resimler çiziyor. Çok ilginç bir tarzın var. Bunu bazı dergilere göndermelisin." "Gerçekten  böyle   mi   düşünüyorsun?"   diye   sordu Allison, duraksayarak. "Kesinlikle," dedi Keith. "Sana söylüyorum, bu gerçekten iyi." Keith odayı terk ettiğinde, Allison okumaya geri dönmedi. Kucağında kapalı duran kitapla, otuz dakika boyunca Keith'in dediklerini düşündü. Başkalarının da kendi yazılarına onun gibi bakıp bakmayacağını merak etti. Yıllar önce aldığı red mektubunu hatırladı. Fakat şimdi farklı bir insanım diye akıl yürüttü. Yazıları daha iyiydi. Daha çok deneyime sahip olmuştu. Bir su içmek için sandalyesinden kalkmadan Allison bir karar vermişti. Makalelerini bazı dergilere sunacaktı. Yayınlanıp yayınlanamayacaklarına bir bakacaktı. Keith bu cesaret verici sözleri söyleyeli on dört yıl olmuştu. O zamandan bu yana, Allison'un çok sayıda makalesi yayınlandı ve şimdi bir kitap için anlaşması var.
Ancak günümüzün hastalıklı toplumunda bir insan çok fazla kitap okumakla suçlanabilir..
Sayfa 268Kitabı okudu
Sözlükte aradığınızda, güneşin doğması, dağılıp yayılmak, saçılmak, sapmak anlamlarına gelir çavmak. İnsan doğar. Hayat dağılır. Saçılırız. Kendimize yollar belirler -çünkü ayağımız yere bassın isteriz- sonra da belirlediğimiz yollardan -biraz çılgınlığın kime ne zararı olabilir ki- saparız. Fazlalıklarımızdan kurtuluyoruz derken, kendimizi tüketiriz ve hayatımız kişisel felaketlerle karardığında, sığınabileceğimiz bir aforizma aramanın da anlamı kalmaz. Hayatım asla çığırından çıkmaz diye düşünen kontrol meraklısı insanların rahatça okuyabilecekleri bir kitap değil Güneş Çavması, ama olağanüstü insanların, sıra dışı hikâyelerini arayanlar için de hayal kırıklığı olabilir. Sıradan insanların, sıradan dertlerini konu ediyor yazar. Onlara, kendi hayatlarını anlamlandırmaları, yorumlamaları ve çıkmazlarından kendi çözümleriyle çıkabilmeleri için alan tanıyor. Çünkü belki de hayattaki tek ders budur; değeri kendinden menkul aforizmalarla çok fazla yol alamaz insan. Yürür yürür de bir yere varamaz, yaşlanır ama büyüyemez. Yağmurlu, bulutlu, karanlık günlerde kimi zaman umulmadık biçimde güneş kol atar yeryüzüne. İşte o an güneş çavmıştır. Öyle der Anadolu insanı. Kara bulutlar arasından güneşi çavdıracak olan, yine kendisidir insanın
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.