En özlü ifadesiyle "İslam'ı insana ulaştırmak" demek olan tebliğ ve davet görevi, aktif, hayatın içinde, gelişme ve değişmelere göre, davetçi feråseti ve ıslahatçı yaklaşımıyla, yani sünnet-i seniyyenin temel karakteri olan itidal üzere ve Kur'an-ı Kerim'e endeksli olarak çağdaş imkanları kullanmak suretiyle yerine getirilebilecek kutlu bir görevdir.
Hâsıl-ı kelâm, söz konusu beyitteki tespit, uyarı ve teşvikin ne azametli bir irşat özü taşıdığı ve “çelik karakterli içtimaî mürşidimiz" Akif'e ne kadar yakıştığı ortaya çıkmış olmaktadır. Tabii görene, yoksa köre ne?
"Rabbim, beni nimet cennetinin vârislerinden kıl!"
Hz. İbrahim (a.s.) (Şuara, 26/85)
"...bütün kanaat ve kuvvetimle ehl-i imana bir hizmet-i imaniye yapmak için, değil yalnız dünya hayatımı ve fânî makâmatımı, belki -Lüzum olsa ahiret hayatımı ve herkesin aradığı uhrevî bâkî mertebelerini fedâ etmeği; hatta cehennemden bazı biçâre
Allah, Rasûlünü kıyametin kopmasına yakın müjdeleyici ve uyarıcı, Allah'ın izniyle O'nu davetçi ve aydınlatıcı bir fener olarak gönderdi.
- Onunla sapıklıktan hidâyete erdirdi.
- Körlükten kurtarıp görür kıldı.
- Sapıklıktan kurtarıp doğruluğa yol gösterdi.
- Onunla âmâ gözleri, sağır kulakları ve kapalı kalbleri açtı.
- Risâleti tebliğ etti. - Emaneti yerine getirdi.
- Ümmete doğruyu gösterdi.
- Allah yolunda hakkıyla çalıştı.
- Rabbinden kendisine yakın (ölüm) gelinceye kadar Rabbına ibadet etti. Allah'ın salât ve selâmı onun ve âlinin üzerine olsun.
İbrahim Milleti şudur:
İbadeti, kapsamış olduğu tüm anlamları ile birlikte yalnızca Allah (Subhanehu ve Tealâ)’ya yapmak(3) ve şirkten ve şirk ehlinden -beraat- uzak olmak.
****************************************************
(3) Kul, Allahu Teala’ya gerektiği gibi ibadet etmedikçe hiçbir şekilde şirk ve müşriklere karşı koyamaz ve onlardan uzak
“Ey iman edenler! Allah’ı çokça anın ve sabah akşam O’nun ismini yüceltin. O Allah ki sizleri karanlıklardan nura çıkarır ve melekleriyle sizlerin üzerinize yardımını ve rahmetini yağdırır. Çünkü Allah kullarına merhamet ile muamele edendir. İman edenler, Allah’a kavuşacakları gün selam hitabı ile karşılanacaklardır. Allah onlar için en güzel ödülü hazırlamıştır. Ey Peygamber! Biz seni şahit, müjdeci, uyarıcı ve Allah’ın izni ile insanlığı hidâyete çağıran ve etrafına ışık saçan bir davetçi olarak gönderdik. İşte senin bu davetini kabul eden iman ehlini Allah’tan gelecek büyük lütuflarla müjdele”
(Ahzâb, 33/41 -47)
Politikacının görevi karşısındakilere galip gelmektir. Ama davetçinin görevi davasının galip gelmesidir. Davetçi bu iki durumdan birini tercihte serbest bırakıldığı zaman, davasını şahsına tercih eder.
Şu içinde yaşadığımız ihtiyar gezegende mevcut beş milyara yakın insandan, müslim- gayr-i müslim, her bir milyona bir davetçinin kâfi geldiğini düşünsek ki, bu, hayale yakın bir faraziye olur - o zaman beşbin kadar güçlü davetçiye ihtiyacımız olacaktır. Oysa asrımız, esefle kaydedelim bir kaç ondan fazla davetçiye sahip değildir. Buna göre faaliyetlerinden iftiharla bahsedebileceğimiz, güçlü, tutarlı ve yaygın İslâmî hareketlerin mevcûdiyetinden söz etmek imkân dahilinde kalmayacaktır.
İnancını yaşayan davetçi temiz aynaya benzetilmiştir. O, okuduklarını yaşamına yansıtır. Bildikleriyle amel etmeyenler ise taş ve tahtaya benzetilmiştir. Hiçbir şeyi yansıtamazlar.
Davette büyük başarı elde eden birçok başarılı davetçi erkeğin arkasında, davetin önemini çok iyi anlamış, pek çok kişi tarafından tanınmayan ama kocasını bu çileli yolda yanlız bırakmayan, yürekli dava kadınları vardır.