Adımlarım ne hızlı ne yavaş, topraktan gelen hafif yanık kokusuyla, zifiri karanlıkta korkularım zirve yapmış şekilde, göğsüme koyduğum yüzün sıcaklığı ile yürüyorum. Gecenin üstüne de sanki bir gece gelmiş, karanlığın demi kuvvetlenmiş, katran gibi bir karanlık, gözleri kör etmiş. Gece görenler dışında tüm canlılar barınaklarına çekilmiş, bir adım ötesi yok, bir adım gerisi de yok, durduğum yer benim merkezim, korkularımı yenebilmek için karanlığın içine doğru yürüyorum. Karanlıkta yol almak, gözleri görmeyenle bakanın görmemesi ötesinde sevdiğini söyleyenle seven arasındaki uçurum gibi… Neticede uçurumlar da derin yarıklar değil mi, başlangıçta küçük çatlaklar ve zamanla bütünden ayrışarak oluşan parçacıklar…
Karanlık gündüzün kirini örten, bir yorgan gibi… Yeryüzünün derin yaraları olan uçurumları da örten, gecenin karanlığı, güneşe olan hasretin değer ölçeği... Güneşle şifa bulan yaralar, aydınlıkla görünür olan uçurumlar, ışıkla gören gözler… Dünya öykülerin toplandığı en büyük yazılı eser… Kanla, aşkla, yoksullukla, zenginlikle, iyilikle, kötülükle… Gün doğar yeni bir öykü peydahlanır, gün doğar eski bir öykü ölümsüzleşir… Yazar, sürekli yazmakta, okuyabilenler okumakta… Korkularım da benim derin yaralarım. Güneşten uzaklaştıkça, kanatarak yaraya yara katarak, tedavinin kaçınılmazlığına benliğimi ikna etme çabası… Doğru bir şeyler yapma telaşı içinde, zaman ve mekân meftununu yitirmiş, kendime sorduğum sorularıma yanıt alamadan yürüyorum.