️”Okyanusun derinlikleri insan ruhunun bilinmeyen yanlarını tıpkı bu kitaptaki gibi saklamaktadır. İşte bu kitap, okyanusların kara kutusudur. Okyanuslar henüz uzay kadar keşfedilmedi çünkü! Kaptan kız Callisto ise size okyanusların bir damla suyunu tattıracak. Onun da genzine kaçan bu su, ruhunu uyandıran bir ilaçtı...”
️Deniz aşkıyla yanan kaptan Callisto ömrü boyunca baba özlemi yaşamış ve kalbinde bir yerler daim olarak yarım kalmıştır.
️ İçindeki bu yarım kalmışlığa rağmen babası ile ilgili hatırladığı anılar ise hep kötü anılardır. Babasının kendisini neden sevmediği sorusunu aklında bir mıh gibi taşıyan Callisto, hayali olan gemiye kavuştuğundaysa esrarengiz olaylar ve sırlarla dolu bir macera adeta kollarını açmış onu beklemektedir.
️Callisto tarafından keşfedilmeyi bekleyen sırları klasik olarak kitabın son sayfalarına bırakan yazar olayın akıcılığına da, doğru bir yön verip hem hikayenin hem de zamanın elimizden akıp gitmesini sağlar.
️ Kitabın yaşanmış olaylardan esinlenerek yazılmış olması da hem merak uyandırma boyutunu arttırırken hem de okurundaha farklı bir hissiyatla okumaya devam etmesini sağlamaktadır zannımca.
️Spoiler vermemek adına kendimi zor tutarken sözlerimi burada noktalamak istiyorum zira bu denli merak ve heyecan uyandıran bir sondan siz değerli okuyanları mahrum etmek istemem. Keyifli okumalar diliyorum
"Kiminin penceresinden karmaşa görünürdü, kiminin penceresinden medeniyet. Kiminin penceresinden ise saadet. Bir deniz feneri şahit oldu bazen herkesten sakladığım bir kedere.. İstanbul'un suretinde bir şifa saklı olduğunu anladım. Bir yaraya vesile olsa bile şifası da kendinde bir sır bu şehir. Bu çatıların altında kim bilir kaç insan bastırıyor kalbindeki özlemi, kaç insan bekliyor bir haberi, kaç insan vazgeçiyor bir hevesten, kaç hayal kırıklığı, kaç ölüm acısı, kaç mutluluk yaşanıyor? Bu şehrin suretinde kaç sürpriz yaşanıyor kim bilir?.."
İnsanın dünyayı ve evreni anlamlandırma isteği, aslında varoluş çabasıdır ve o, ölümden sonra başka bir boyutta sonsuza kadar yaşayacağına inanmak ister. Böyle bir dünyanın özlemi içinde olan insan ise sürekli yaratır. İnsan, "Neden dünyadayız?" "Yalnız mıyız?"ya da "yaratılışımızın nedeni ne?" Gibi sorular sorar ve bu soruların cevabını bulabilmek için de etrafındaki her şeye anlam yüklemeye çalışır. Ağaç, dağ, kaya, deniz, Ay, Güneş vs. Evrendeki her şey, kutsalın ve tanrının yansıması ve tezahürü olarak görür.
Ağaçların her kış yaprakları dökmesi ve fakat her bahar yeniden yeşillenmesi, bilinçaltında yeniden doğuş fikrini oluşturmuştur. Ağaç imgesi yalnızca evreni değil, aynı zamanda hayatı, gençliği, ölümsüzlüğü, kozmik-tanrısal yolculuğu da simgeler.
Özellikle Türklerde kayın ve Selvi ağaçlarının önemi çok büyüktür. Hatta bundan ötürüdür ki günümüzde kullandığımız kaynana ve kaynata kelimeleri Kayın-ata ve kayın-ana kelimelerinden türemiştir. Buna benzer çok fazla etimolojik örnek vardır.
Başka bir örnek vermek gerekirse "Yerin kulağı vardır." Sözü Türklerde ki yer altı tanrısı Erlik han'a bir göndermedir.
Eserin görsellerle zenginleştirilmiş ve desteklenmiş olması kitabı daha sürükleyici ve etkileyici yaptığını söyleyebilirim.
Manevi hayatımızda, görünürde iki yönlü bir değişim oldu: Bir yandan dinsel fikirlerin maneviyatı bir dizi ürüne (kişisel gelişim kitapları, ünlülerin yaptıkları videolar ve "New Age" inançlarıyla ilgili sığ ama zararsız malzeme) indirgeyerek metalaşması; öte yandan rekabetçi, hasta ve aşırı kalabalık bir toplumun temelinde neredeyse kaçınılmaz biçimde yatan o ruh hastalığının inkarı.
Çoğumuz için tek sahicilik alanı kişisel olan: Siyasal ve sosyal kamusal alan telafisi imkansız bir biçimde yozlaşmış gibi görünüyor.
Kendi içine kapanma, sessiz kalma; kontrol edilebilir, sınırlı bir alan talebi yaygındır ve sahicilik özlemi köklü bir manevi ihtiyaç olarak değil, tedavi edilebilir bir nevroz türü olarak sunulmaktadır. Şart larımdan rahatsızsam ya stresten (tamamen işe ilişkin bir olgu) yahut ilaçlar, egzersiz rejimleri ve daha çok dışarıya çıkmakla tedavi edilebilecek depresyondan mustaribim demektir şimdi. Hepsinden daha önemlisi de, ihtiyaç duyduğumuz ve istediğimiz şeyin bir yol değil eşya; düşünmek değil eğlenmek; sistem değil düzen olduğuna nasıl ikna edildiğimizdir.
ÖMÜRLÜK DENİZ NÖBETÇİSİ/ BAHADIR KARASULU
❝ … Denizi annemin gözlerine benzetirdi. Zaten hep öyleydi O'nun için Boğaziçi'nde deniz; lacivert bir hüzün, turkuaz bir neşe. Ne bileyim, denizi sevmemin nedeni belki babamdan dolayı ya da belki de anamı göremeden büyüdüğüm için O'na duyduğum özlemi denizle gideriyorum. Babamın dediği yuvam ya deniz ya da okyanus işte. Deniz benim için bir yerde annem gibi babam gibi. ❞
Süvari Bey, yıllarca uzun gemi seferlerine çıkan bir kaptandır. Mesleğini aşkla yapan disiplinli ancak sert görünümünün altında da sıcacık, sevgi dolu bir kalbi vardır. Gemi seferini anlatan kitap, fırtına çıkmasıyla mürettebatın yaşadığı zorlukları gözler önüne sermiştir.
Süvari Bey ‘in fırtına sırasında gösterdiği tutum ve davranışları, staj için gelen Mehmet’in yaşadığı talihsiz kaza. Bir de Süvari Bey ‘in anılarıyla birlikte İstanbul ‘un 1940 ve 1950 yıllarındaki İstanbul ‘a uzanıyoruz. Dönemin İstanbul ‘unda var olan yaşayışı, sosyal ve kültürel zenginliğine tanıklık ediyoruz.
Birçok duyguya ev sahipliği yapan kitap; sevgi, dostluk, baba hasreti, gemi taşımacılığında yaşanan sıkıntıları gibi daha pek çok duyguya vurgu yapmıştır. Kısa ama anlamlı bir okuma oldu benim için. Mutlu akşamlar, yeni kitaplarda buluşmak üzere.
"Pervane olmuş gönlüm, yakmayamı kararlısın, yak? Gemiler yükü deniz kokusu, gök mavisi düş, kalemi siyah kelimeleri ardında eksik bırakmayamı kararlısın? Dönme çıktığın yoldan. Sana ihtiyaç yok. Sen olmadan da seni taşımak bana yük değil.
Sen olmadan seni yaşayamammı sanarsın? Sen olmadan katlandığım her güne, her sağanak yağmuruna, kalbimin sırılsıklam güzüyle titreyen ruhumun başında ölüm bekçi. Sen olmadan da seni yaşıyorum. Aşk sadece gülümseten yüz taşımak değil, yüzünde bıçak kesiği hüznü de taşımaktır. Müşade altında tutulmak, çekilen yokluğunu iyileştirmek, var olma ihanetinden başka bir şey değil. Ben seni yaşarım, sen olmadan da. Sen yeter ki anla, yaşamın yaşam ötesi en yakın liman olduğunu bu tende. Ben gelmeyişine baş kaldırıp, benden kopan ben'i beklerim, kuraklıktan çatlayan yağmur özlemi misali..."
"Aynada ki sen "
NEVRUZ BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN !
AÇMA GÖZLERİNİ / ADNAN YÜCEL
Bir yaş günü göl kıyısında sessiz
Mum ışıkları oynaşırken yüzünde
Hiçbir göl ve nehir sığmıyor yüzüne
Yüzüne
Bir yaş günü göl kıyısında sessiz
Mum ışıkları oynaşırken yüzünde
Hiçbir göl ve nehir sığmıyor yüzüne
Yüzüne
Ve gözlerindeki o bitimsiz evrene
Hangi yıldızı yakalasam ışık seliyle
Hangisini koysam yörüngene
Tükeniyor çekim kuvveti yoğunluğum
renksiz çocuklar gelir durur istasyonda
avuçlarında kirli sarı kuşlar
deniz özlemi
gökyüzünün yittiğini görürler
usulca gergefe yaklaşır tren
biri bağırır kendi içinde
"yarat gökyüzünü yine sonsuzdan!"
Sayfa 11 - Mayıs Yayınları, İzmir, 1998.Kitabı okudu
Abdulrazak Gurnah'tan okuduğum ilk kitap muhtemelen de son olacaktır. :)
Nobel alan kitapların alamayan kitaplara göre görece daha iyi olmasını bekliyorum edebi olarak. Her ne kadar siyasi bir ödül olsa da biraz da edebiyat be kardeşimmm.
Yabancı hissetme, kültür farkı, memleket özlemi gibi temalara değinmiş ama edebi yönden daha tatmin edici bir anlatım tarzı beklerdim. Çoğu yerinde aşırı sıkıldım ve ilerlemek için zorladım. Okurken daha çok İran canlandı sanki zihnimde ki anlatılan şeyler bize de tanıdık. Buram buram acıtasyon yok ama çok sığ... Adını tam koyamadığım bir olmamışlığı var hikayenin.
Başka incelemelerde de belirtildiği gibi ben de finalde bize
Kısasa Kısas oyununu direk anlatmasındansa sezdirmesini, gönderme yapmasını tercih ederdim. Bu şekilde kitabı biraz daha sevebilirdim. Bu Shakespeare'dan esinlenme işi bana, yakın zamanda okuduğum
HUŞ AĞACININ GÖLGESİNDE/ MUSTAFA DENİZ
“Ötekileştirme, o kadar derin bir kelime ki bir kez içine girdiğimizde içinden çıkamayacağımız bir sözcük. Ama şunu söylemeliyim. Bize yapılan buydu. Ötekileştirilmiştik. Bunu hissetmiştik. Daha da önemlisi bilinçli bir şekilde bize hissettirilmişti. Ya sevilmemiştik ya sevmemiştik ya da farklıydık. Sebebi
Abdulrazak Gurnah • Kumdan Yürek
Karakterimiz Salim’in doğup büyüdüğü Zanzibar’dan Londra’ya uzanan hikâyesini okuyoruz. Zanzibar’da anne ve babasının ayrılması nedeniyle dayısı tarafından eğitim için Londra’ya götürülüyor, burada dayısının himayesinde işletme okuması ve hayata atılması isteniyor fakat o bu bölümü benimsemiyor, edebiyat okumak istiyor, daha sonra istediği bölümü okumaya başlıyor fakat Londra’da kendi ayakların üzerinde durması ve mücadele etmeye başlıyor çünkü dayısı artık onunla eskisi kadar ilgilenmiyor, aralarındaki bağlar kopar, kendi ayakları üzerinde durup çalışmaya ve üniversitede okumaya devam eder ama yıllar geçmesine rağmen doğup büyüdüğü topraklara gidemez, ailesini orada bırakan Salim annesine sık sık mektup yazar ama yıllar geçmesine rağmen onu görmeye gitmeye fırsat bulamaz.
Salim’in eğitim için Londra'ya götürülme sebepleri kitabın sonunda açıklanıyor, burada söylemek istemiyorum ama anne baba arasında farklı sebepler var ve ne yazık ki sıkıntılar hep çocukların başına geliyor, çocuklar bir kenara itiliyor, ya erken yaşta kendi ayakları üzerinde yetimhanede kalmaya başlıyorlar ya da birilerinin himayesinde eğitim görüyorlar ve kitapta okuduğumuz da bu, erken yaşta memleketinden uzakta eğitim gören ve anne baba özlemi çeken Salim'in hikayesini okuyoruz.
#kumdanyürek #abdulrazakgurnah #iletişimyayınları
Kendi olarak sana gelen-sana gereksinimi olmadan, seni isteyen-sensizde olabilecekken, seninle olmayı seçen- kendi olmasını,
seninle olmaya bağlayan-- o işte...